kapat
E-gazete
|
Hava Durumu
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
English
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
14 Eylül 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
Pazar SABAH  
KAZIM KANAT

Vatana hizmetin madalyası olmaz!

Dedem Abdullah Efendi, özel yaptırdığı tahtına çıkar ve çok özel misafirlerine, 'askerlik anılarını' anlatırdı. Cehennem gibi yaşananları öyle rahat anlatırdı ki; sanırsınız bir masal! Ama konu iki noktaya gelince elleri kilitlenir, sinirden titrerdi. Birincisi; Kanal Cephesi'nde ki Cemal Paşa'nın ricat emrini sonsuza kadar affetmedi. İkincisi; İngiliz casus Lawrence'ın Arapları örgütleyip Türk askerlerini arkadan hançerlemesini... Bir şeyi daha unutmadı dedem. Bunu son nefesine kadar söyledi; "Komutanımız Sarı Paşa (Mustafa Kemal'i böyle tarif ederdi) olsaydı, Kanal Cephesi'nde onlarca şehit ve yaralı vermezdik. Çünkü; ricat etmezdik..." Dedem bunları anlatırken sinirlenir, sinirlendiği anda en yakınındakinin sigarasını alır, kâğıdı yırtar ve tütünü çiğnerdi. Sonra da o tütünü tükürürdü. Kendisine garip garip bakanlara da "Bunu esir kampında İngilizlerden öğrendim," derdi. Dedeme göre İngiliz medeniyeti tütün çiğnemekti. Dedemin yarı ömrü Arap çöllerinde geçtiği için su, onun için inanılmaz bir tutkuydu. İşte bu yüzden tahtı, çeşme gibi dizayn edilmişti. İşte o geniş yapının üzerinde bir marangozluk şaheseri vardı. Çeşmenin etrafı tahta bir perde ile çevrilmişti. Her tarafında Maraş usulü oyma bir işçilik vardı. Bu perde ile çevrilen geniş salonun zeminine halılar serilmişti. Üzerlerinde ise misafirlerin rahat etmesi için geniş minderler vardı. Bu salonun baş köşesi ise oymalı tahta perdeler ile yükseltilmiş ve padişahın tahtına dönüştürülmüştü. İşte dedem bu köşeden 'askerlik anılarına' başlayınca ben de dizinin dibinde onu dinler olmuştum. O savaşın o çirkin yüzünde bile Türk askerinin o asil davranışlarını dedemden öğrenmiştim. Türk askeri bir cepheden öteki cepheye giderken bir gün bile 'ah' dememiş. Bayramlarda yaşlı adamların göğüslerinde görünce sormuştum; "Senin madalyan nerede dede?" Dedem kızgın bir ifade ile yaşamının dersini verdi; "Vatana hizmetin madalyası olmaz!" Sonra öğrendim ki dedem Abdullah Efendi, madalya için başvurmamış! Efendim! Oğlumuz Mesut asker oldu, Kars'a düştü. Biz de İstanbul'daki evimize Türk bayrağını astık, cümbür cemaat Kars'a geldik. Kars'ta gördüklerim, yaşadıklarım beni bu yüzden geçmişe götürdü. Yani dedemin askerlik anılarına. Eh yani, yarın babamı da yazarım. Hele benim askerlik anılarım... Bana dedemi hatırlatan şey, tugay koridorunda asılan kahraman komutanların fotoğrafıydı. Sanki hepsi benim dedemdi. 14. Mekanize Tugayı'nın karargâhındaki her fotoğrafın yaşanmış hikâyelerinin ne olduğunu kim bilebilir ki... Benim dedem savaştan yaralı döndü, anlattı. Ya Yemen çöllerinde yok olanlar. Gidip de gelemeyenler... Tugay koridorunda tuhaf duygularla yürüdüm. O an şöyle düşündüm; "Her fotoğrafta vatan sevgisi var. Her fotoğrafta kahramanlık var. Her fotoğrafın görünmez yüzünde ise geride kalanların özlem ve sevgisi var." Efendim! Yıllar sonra da olsa yemin töreni beni büyüledi. Hele kınalı kuzuların o gür sesini duymak... Komutanlarının, "Silah arkadaşlarım," diyerek bir baba sevgisi ile evlatlarına seslenişi... Onların da içten "Sağol!" diye bağırmaları beni çoook gerilere götürdü. Yemin töreni muhteşemdi. Sonra geçiş töreni de... Size bir itiraf; ben bu sahnelerde göz yaşımı saklamak için pozisyon alırken bir de baktım anası ile nişanlısı birbirlerine sarılmış birlikte ağlıyorlar. Bu bize özel değildi tabii. Her ana-baba ağladı canım! Tören bitti... Kınalı kuzular anaları ve babalarına kavuştu. İşte o an herkesle tek tek ilgilenen, kınalı kuzuları emanet ettiğimiz Tuğgeneral Şeref Oğuş'la eşimi tanıştırdım; "İşte oğlumun paşası..." Eşim Sevinç kulağıma fısıldadı; inanmam! Otelde öğrendim ki Sevinç Hanım, paşaları yaşlı, göbekli olarak bilirmiş. Şeref Paşa ise bir artist kadar yakışıklıymış! (Paşanın eşi hanımefendi de müthiş nazik ve kibar biriydi. Pazar yazılarımı sürekli okurmuş. Teşekkürler...) Kars'tan getirdiğim haberler de var. Orhan Pamuk'un Kars'ı dünyaya tanıtmasını takdir ediyorlar da "Niçin bir daha gelmedi?" diyorlar. Bir de şunu diyorlar; "Kars'a geldi şu kahvenin önünde bir bardak çay içti, akşam hamama gitti, ertesi gün de İstanbul'a döndü... Bizim burada kızlarımız intihar etmez. Çünkü sevdikleri ile evlenirler. Batmanlı kızların intihar dramını Kars'a uydurmakla Orhan Pamuk ayıp etti." Kars'ta beni iki şey etkiledi. Birincisi; Rusların yapıp bıraktıkları harika binalar. İkincisi; 1970 yılına kadar opera binasının olması. İnanmadınız değil mi? Ama gerçek bu. Kars'ta 40 sene önce opera vardı, şimdi ise yok...