kapat
E-gazete
|
Hava Durumu
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
English
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
10 Eylül 2008, Çarşamba
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Muhafelet boşluğunu Doğan medyası doldurabilir mi?

Adli Yıl'ın açışında Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in yaptığı konuşmanın bir bölümü, Türkiye'deki sosyopolitik yaşamın bir nevi şifresini verir gibiydi.
Gerçeker şöyle diyordu:
- Son olaylar hukuk devleti ilkesinden uzaklaşmanın yarattığı boşluğun mafya türü çeteleşmelerle nasıl doldurulduğunu çok açık biçimde göstermiştir. Devleti kurtarma düşüncesiyle bile olsa, yanlışı yanlışla düzeltme olgusunun topluma ne denli zarar verdiği de, bu olaylarla açıkça ortaya çıkmıştır. Yargının sorunlarının çözülmemesi, organize suç örgütlerine yönelme eğilimi yaratıyor.
Evet... Türkiye'nin sosyo-politik yaşamının şifresi "Boşluklar mutlaka doldurulur" biçimindedir.
Hukuku boşluğunu "mafya türü çeteler", mal yokluğunu "karaborsa", finans piyasası boşluğunu "tefeciler", vizyon yokluğunu "popülizm", dış tehdit yokluğunu "iç düşmanlar üretimi", imar ve iskan politikası yokluğunu "gecekondulaşma ", yönetim ve otorite boşluğunu "anarşi" doldurur.
Şu anda Türk siyaset hayatında en somut biçimde hissedilen "muhalefet boşluğu"nu ise "medya"nın doldurmaya çalıştığını gözlemleyebiliriz.
Daha doğrusu Başbakan Erdoğan'ın sunumu ile "Doğan Medyası" bu işlevi yüklenmiş durumda.

Doldurulan boşluklar
Başbakanla aynı düşüncede olmadığımı baştan söylemeliyim.
Çünkü çeşitli alanlardaki boşlukları dolduranlar, gerçekten boşlukları doldururlar da.
"Hukukun üstünlüğü" yoksa, "üstünlerin hukuku" uygulanır.
Bankanın vermediği krediyi tefeci verir.
Konut açığı sorununa gecekonducular da kendilerince çözüm üretir.
Ama medya ne muhalefetin, ne de iktidarın boş bıraktığı alanları doldurabilir.
Yazılı basın da, televizyonlar da ticari işletmelerdir. Satış ve reklam gelirleri olmadan yaşayamazlar. Çalışanlar üye listelerinde değil maaş bordrolarında birlikte olurlar.
Neticede medya ülkenin ve dünyanın yansıtıcısıdır. Çoğulcu demokrasilerin özgür basın ortamında ise medya toplum vicdanının sesidir, yönetimin denetleyicisi ve eleştiricisidir, bir deyişle Anayasal Demokrasi'nin "4'üncü Kuvvet"idir.
Ama diğer üç kuvvetin alternatifi değildir.
Hem ekonomisi hem demokrasisi gelişmekte olan bir ülke Türkiye... Bu nedenle kuvvetler yerlerini, sıralarını ve işlevlerini karıştırabiliyor.
Örneğin askeri geçiş dönemlerinde kuvvetler ayrılığının "Kara-Hava-Deniz Kuvvetleri " olarak algılanabildiğini biliyoruz.
Son gelişmelerde de Yargı'nın, Yasama'nın veya Yürütme'nin yerine geçebileceğini doğal karşılayanlar fazlasıyla çıktı.

Aydın Doğan'ın gücü
Şimdi de Başbakan dahil bazı görüş sahipleri, Doğan Medyası'nın muhalefet boşluğunu doldurmaya çalıştığını düşünüyorlar.
Bu bir açıdan taraftar toplayabilecek bir görüş.
Çünkü Aydın Doğan, Deniz Baykal'dan da, Devlet Bahçeli'den de daha etkili ve daha güçlü.
Ancak Aydın Doğan varlık sebebini doğru değerlendirecek kadar bilinçli ve deneyimli bir patron da.
Bunu elindeki Dışbank'ı ve sigorta şirketlerini satarak, daha önce kanıtladı.
Çünkü her ülkede devletten daha büyük güç olmadığını ve finansman kuruluşu sahibi girişimcinin gerçek patronunun Merkez Bankası Başkanı, TMSF Başkanı, BDDK Başkanı, Maliye Bakanı ve nihayet Başbakan'dan oluşan isimlerden biri arasından duruma göre belirleneceğini, Karamehmet, Aksoy, Bilgin, Uzan ve benzer deneylerden gördü.
Yani sorun Aydın Doğan'ın Deniz Baykal'ın bıraktığı boşluğu doldurma çabasına ilişkin değil. Yani Aydın Doğan Tayyip Erdoğan'ın rakibi değil.
Olayların bu aşamaya gelmesindeki ana neden, bana göre Hürriyet'in içindeki yönetim sorunlarından kaynaklanıyor.

Çölaşan-Özkök
Örneğin Emin Çölaşan'ın susturulması ertesinde okurun gösterdiği tepkiyi nötralize etmek için, Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Çölaşan'ın boşluğunu doldurma işlevini öylesine yüklendi ki, sonunda tüm gazete, her şeye "Yanlış" diyen bir köşe yazısına dönüştü. AK Parti'nin kapatılmasını bekleyen, Ergenekon'u görmezden gelen, 28 Şubat'taki gibi münferit yobazlık olaylarını "Şeriat geldi" diye sunan bir görünüme girdi.
Oysa Doğan Grubu'nun mesela Radikal'inde Özkök'ün izlediği politikanın tam tersi yayınlar yapılmaktaydı.
Neticede Aydın Doğan diğer işlerinden de, medyadan da para kazanmayı önde tutan bir akil işadamıdır. Ben onunla yıllarca çalıştım. Bir kez olsun "Şunu yaz, bunu yazma" dediğini görmedim.
Ama Başbakan onunla polemiğe girmeyi yeğ tuttu. Aydın Doğan da bunu "Basın özgürlüğü tehlikede" zeminine doğal olarak taşıdı.
Ne diyelim ki. Herkesin kendince yoğurt yiyişi var.
Ertuğrul Özkök Başbakanın elindeki bardağa portakal suyu doldurup Boğaz meyhanelerindeki sofralara "Şerefe " diyerek kaldırmasının, ülkede yumuşama sağlayacağını savunmuştu geçenlerde.
Başbakan bunu yanlış anladı ki o bardağı Doğan Grubu'na atmayı seçti.