kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 1 Eylül 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Bartu: Futbol yetenekle oynanır

Yeni Haber
İlk kez bir Türk şöhreti UEFA'nın "elçi"si oldu ve finali Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'nda oynanacak UEFA Kupası'nın kurasını çekti.

Bu onur, önce basketbol sonra da futbol milli takımlarımızda forma giyip inanılmaz bir başarıya imza atan, İtalya'da üç farklı takımda 7 yıl top koşturan "Sinyor"a aitti.

Bugün 72 yaşında olan "Sinyor" lakaplı ünlü oyuncu Can Bartu, futbol üzerine fikir üretmeye devam ederken Futbol Federasyonu'nun çıkardığı aylık TamSaha dergisine verdiği röportajda ilginç açıklamalarda bulundu. Bu röportajda ilginç anılarını, Türk futbolu üzerine düşüncelerini, genç Türk oyunculara öğütlerini anlatan "Sinyor" tarihi bir yanlışı da bu röportajda düzeltti. İşte Can Bartu'nun röportajının ayrıntıları;

Bugün artık hayal gibi görünen bir şeyi başardınız, basketbol ve futbolu milli düzeyde oynadınız. Basketbola nasıl başladığınızın ve futbola geçişinizin hikâyesini anlatır mısınız?

Akranlarıma göre daha uzun boylu olduğum için peni pivot olarak Modaspor aldı. O sırada 10-12 yaşlarındayım. Sonra Allah rahmet eylesin Önder Dai Fenerbahçe Genç Takımı'nda bizi müthiş bir çalışmaya tâbi tuttu. Fundamental olarak çok iyi eğitildim. Yaş grubumuzda Türkiye Şampiyonu olduk. Sonra Fenerbahçe A takımına yükseldim ve Milli Takım'da oynadım.

Arkasından futbola geçişiniz nasıl oldu?

Bilirsiniz, herkes mahallede futbol oynar. Ben de oynuyorum. Çok yetenekliyim ama futbol değil basketbol oynuyorum. Sonra dediler ki "Sen neden futbol oynamıyorsun? Gel Fenerbahçe kulübünde futbol oyna." O dönemde genç takım Pazar sabahı maçlar yapıyor. Ben de oynamaya başladım ve kupalar aldım. Takımla Bulgaristan'a turnuvaya gittim. Genç takımı Bulgaristan'a gönderen Niyazi Sel vardı. Fenerbahçe'nin eski sağ açığı. O dönemde de Fenerbahçe'de yöneticilik yapıyor. Beni A takıma aldı. Fakat o vakit A takımda futbol oynamak değil, takım arkadaşlarının seni tutması önemli. Orada oynadığım futbolla popüler oldum. Bir maça annem de geldi. Maç Fenerbahçe'nin eski stadından oynanıyor. Küçük bir şeref tribünü var, annem de orada oturuyor. Fenerbahçe bir sezon önce Karşıyaka'ya yenilmiş. Benim oynadığım maçı 7-1 kazandık. Santradan aldığım topu yere indirmeden gol attım. Tribündeki birisi beni övmek için küfürlü bir tabir kullanmış. Yanındakiler hemen "Sus yahu, annesi burada" diye ikaz etmiş. Annem bir daha maça gelmedi. Ben de futbola böyle başladım.

Bugün için bir basketbolcunun dönüp de futbol oynayabilmesi mümkün mü?

Elbette, yeteneği varsa neden olmasın? Hem yeteneğin olacak hem de fizik kabiliyetin olacak. Güçlü olman gerekiyor tabii. Futbol basketbola nazaran çok ağırdı. Bizim zamanımızda böyle sahalar yoktu ki. Çamurun içinde oynuyorduk. Bileğe kadar balçığa batıyorduk. O zamanki toplar iplikle dikilmiş, son derece ağır. Bir de eskimesin diye içyağıyla yağlanınca iyice ağırlaşıyor. Topun o sırımlı kısmı kaşına falan gelse indirir kaşını aşağı. Üstelik o zaman Mithatpaşa Stadı'nda oynuyoruz. Gazhane tarafından bir rüzgâr eserdi, ciğerlerimizi deler geçerdi. Formalarımızın içine gazete kâğıdı koyup da futbol oynardık. Sonra oraya da tribün yapılınca rüzgârı kesti.

GALATASARAY'A DEĞİL, BEŞİKTAŞ'A ATTIM

Aynı gün içinde Galatasaray'a karşı hem basketbolda hem de futbolda mücadele edip potada 28 sayı, sahada 1 gol attığınızı okumuştum. O günden bize söz eder misiniz?


Bunu Yılmaz Özdil de yazmış ama olay tam öyle değil. Mithatpaşa Stadı'nda Beşiktaş maçı oynadım ve 4-2 kazandığımız maçta 2 gol attım. Ondan sonra da Galatasaray-Fenerbahçe Teşvik Turnuvası finalinde oynadım ve 32 sayı attım. 32 sayı bugünün 32 sayısı da değil. Çünkü istersen 32 dakika topu elinde tut. Bugünkü gibi 24 saniye hücum süresi sınırlaması yok. Üstelik Galatasaray'a karşı. Galatasaray da muhteşem bir takım. O maç ilk defa radyodan yayınlanmış ve Eşref Şefik anlatmıştı. O dönemde Gümüşsuyu'nda Fenerbahçe'nin bir lokali vardı. Mithatpaşa'dan çıkınca beni o lokale getirdiler. Oradan bir taksiye binip Spor Sarayı'na gideceğiz. Ama Radyoevini'nin önünden Spor Sarayı'na kadar insan seli. Geçebilmek mümkün değil. O dönemde İstanbul'da kadana atlı polisler vardı. Zaten o polisleri geçmek de mümkün değil. Bir polis arabası gelip beni aldı ve itfaiyenin arkasından Spor Sarayı'na götürdü. O Galatasaray maçını böyle oynamıştım.

Sami Çölgeçen Bey iyi bir dostunuz. Onun evinde size ait bir gümüş plaket gördük. Ona hediye etmişsiniz. Bu plaketin ne olduğunu ve hediye etmenizin hikâyesini anlatır mısınız?

Fiorentina'ya transfer olduğum vakit, Atletico Madrid'le Glasgow'da Kupa Galipleri Kupası finali oynamıştık. Glasgow o dönemde en büyük stada sahipti. Tam 130 bin kişilik. O finale katıldığımıza dair birer plaket verdiler. Ben de Sami'ye çok severim, "Al bunu sakla" diye plaketi ona hediye ettim.

- HİDEGKUTİ BENİ GÖZÜNE KESTİRMİŞ -

Siz Avrupa kupalarında final oynayan ilk Türk futbolcususunuz. Menajerlik sisteminin bulunmadığı, Türk futbolunun gündem oluşturmadığı, iletişimin de bu derece yaygın olmadığı bir dönemde sizin İtalya'ya transferiniz nasıl gerçekleşti?


Fenerbahçe'de oynarken, Macar şampiyonu Csapel'le İstanbul'da bir maç yaptık. 97. saniyede gol yedik. 86. dakikada bir gol attım ve maç 1-1 bitti. Rövanş maçında da olağanüstü bir futbol oynadım ve 3-2 kazandık. Maçı izleyen Macar futbolunun sembol isimleri Hidegkuti, Lantos, Kocsis bizim soyunma odasına geldiler. "8 numara kim?" diye sordular. Ben de sıska bir çocuğum. Adamlar boynuma sarılıp beni öptüler. Hidegkuti beni gözüne kestirmiş. Daha sonra Fiorentina'ya Teknik Direktör olunca beni de transfer etti. Fiorentina'ya gittiğimde 25 yaşındaydım.

Sizin döneminizde ve öncesinde Avrupa'ya oyuncularımızın gittiğini görüyoruz, ama sonrasında uzun bir duraklama devri yaşanıyor. Bu duraklamanın nedeni neydi sizce?

Bir kere o dönemde şimdiki kadar fazla sayıda turnuva yoktu. Bugünkü gibi milli maç temasları yoktu. Mesela diyorlar ki Hakan veya bir başkası şu kadar milli oldu. Lefter bir senede iki maç oynuyor, 60 kere milli olmuş. İkisini nasıl mukayese edeceksiniz? Bugün bir senede 15 tane milli maç oynanıyor. O zamanlar bir-iki tane hususi maç oynanacak ki görüneceksiniz. Mali yetersizliklerden dolayı takımlarımız Avrupa'ya da gidemiyordu. Yoksa o devirde olağanüstü yetenekli oyuncular vardı. Bir Ali İhsan vardı Beşiktaş'ta, olağanüstü bir oyuncuydu. Beckenbauer'in iki misli futbolcuydu. Santrhaftı ama nereye koyarsanız oynardı. Müthiş çabuktu. Topu kaleciye verdiği görülmemişti, mutlaka oyuna sokardı. Her çıktığı kafa topunu mutlaka arkadaşına indirirdi. Recep vardı, Kadri vardı, Lefter vardı, Suat vardı. Hepsi müthiş oyunculardı.

İyi bir noktaya geldik. Bugün deniliyor ki, eski futbolcular günümüz temposuna ayak uyduramazdı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bakın ben iki devirde de oynamış bir adamım. Son dönemimde yeni nesille de oynadım, eskilerle de oynadım. O zamanın Lefter'li, Recep'li, Ali İhsan'lı, Eşref'li, Nusret'li, Mehmet Ali'li Milli Takımı'nı kur ve bugünkü çalışmayı yaptır, Almanya'yla alay ederler. Hepsi olağanüstü bireysel yetenekli, çabuk ve kuvvetli oyunculardı. Bütün iş iyi antrenman yapıp takım oyununu oturtmakta.

Bugün eskisi kadar yetenekli oyuncu çıkmamasını nasıl açıklayabiliriz?

Bir Macaristan'ı ele alın. Macaristan şimdi köylü takımı oldu. Wembley'de İngiltere ile oynuyorlar, İngiltere tarihi boyunca orada yenilmemiş. Avrupa karmasına ilk yarıda 4 tane atan bir takım. Macarlar o İngiltere'ye 6 tane attılar, ortalık birbirine girdi. Başka türlü bir futbol oynuyorlardı. Tabii yetenekli futbolcuları vardı. Budapeşte'de de İngilizlere 7 tane attılar. Ama şimdi onlarda da eski yetenekler yok. Bu bir kabiliyetli ve kaliteli oyuncu jenerasyonu meselesi.

Peki, yetenek eksikliğini neye bağlamak gerekiyor?

Bir şeye bağlamak gerekmiyor. Yetenekse yetenek bir yerde ortaya çıkar. Şimdi Brezilya'da futbol okulları var, kulüpler var ve çok büyük bir organizasyon var. İngiltere'de de öyle. Ama o okullara ve kulüplere gelen oyuncular çok yetenekli değilse olmuyor işte.

Acaba futbol okulları sokaktaki yetenekleri baskı altına alarak köreltiyor mu?

Futbol okullarında önemli bir yanlış var. Küçük çocuklara kondisyon antrenmanı yaptırıyorlar. Halbuki o çocukların fundamentale ihtiyacı var. Kondisyon 14 yaşından sonra verilir. Bizde 9 yaşındaki çocuğa kondisyon veriliyor. Oysa o yaştaki çocuk oyun oynamalı. Yetenekli çocuğu motomot bir sistemin içine sokarsanız becerilerini de kaybediyor. Ama yine de olağanüstü bir yetenekse mutlaka çıkar.

LİDER OYUNCU OLMANIZ LAZIM

Siz Avrupa'da 7 sene kaldınız. Bugün baktığımızda çok az oyuncumuzun Avrupa'da uzun süreli kalabildiğini görüyoruz. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?


Bu kalite, zekâ, beceri ve şahsiyetle ilgili bir şey. Fiorentina'dayken ben o takımın sahadaki patronuydum. Venezia ve Lazio'da da öyle. Takım arkadaşlarıma "Oonu öyle, bunu böyle yapın" diyordum. Bir de oraya gidip onun bunun peyki olmak var.

Türkiye'den başka bir dünyaya gidiyorsunuz. Hele sizin devrinizde aradaki fark daha da fazlaydı. Kültürel olarak da farklı bir ortam var. Nasıl lider oyuncu olacaksınız?

Oynadığın oyunla, oyundaki bilginle, verdiğin paslarla, attığın gollerle oluyorsun. İtalya'da penaltı kullanmadan 21 gol atmıştım. İspanyol Suarez penaltılarla 29, Milanlı Rivera 17 gol atmıştı.

Sadece oyun kalitesi yetmiyor herhalde.

Ben Moda çocuğuyum. Bir bilgi ve görgünüz varsa tabii ki farklı bir şey oluyor. Ona göre dostluklar kurabiliyorsunuz. Bakın bir misal anlatayım. Spor yazarlığı yapmaya başladıktan sonra Galatasaray'ın Roma ile oynayacağı maç için Roma'ya gittik. Avaccio diye bir restoran var. Gitmeyeli kaç sene olmuş. Galatasaraylı bir grupla oraya yemeğe çıktık. Futbol oynadığım dönemde orayı kalabalık bir aile çalıştırıyordu. İçeri girdim, kapıdaki adam "Bartu sen misin?" dedi, sarıldık, öpüştük. Yarım saat sonra evden babalarını alıp geldiler. Adamcağız felç geçirmiş, tekerlekli sandalyeyle getirdiler. Böyle dostluklar kurulmuş yani. Giyiminle, kuşamınla, yemeğinle, konuşmanla, arkadaşlığınla iyi ilişkiler kurman lâzım. Bunun yanında futbolu da iyi oynarsan büyük bir ağırlığın oluyor. İdareci üzerinde de oluyor tabii.

Lisan konusunda sıkıntı çektiniz mi?

Oraya gittiğimde "piove"den başka kelime bilmiyordum. Domenico Modugno'nun ünlü şarkısının ismi. Her Cumartesi günü takım halinde sinemaya gidiyorduk. Sinemada neyin ne olduğunu anlıyorsunuz ve lisan öğrenmenize büyük katkı sağlıyor. Anlamadığınız şeyi arkadaşınıza soruyorsunuz, o size izah ediyor. Televizyon seyrediyorsunuz. Sonuçta kısa sürede derdimi anlatmaya başladım. Inter'i 4-1 yendiğimiz maçtan sonra televizyon ve radyo benimle röportaj yaptı. "Ne kadar iyi İtalyanca konuşuyorsun" dediler. Basit ve kısa İtalyanca cümlelerle derdimi anlatabilmiştim.

İtalya'da en iyi olduğunuz dönem Venezia dönemi miydi?

Venezia'da müthiş oynadım. Milano'da Monza ile bir kupa maçı oynadık, 3-0 yendik, üç golü de ben attım. Venedik'te gazete basılmaz. Milano'da basılıp Venedik'e gelir. Geri dönüşte deniz otobüsüne bineceğiz, iskeleden gazete aldık, manşette "Bartu'nu yeni dansı" başlığı var. Lazio'dayken küme düşmemeye oynuyoruz. Son üç maçımız kalmış. O sırada da "Bir avuç dolar" filmi oynuyor ve filmin "Bir şey olursa ben buradayım" diye meşhur bir repliği var. Üç maçı da adeta tek başıma aldım. Televizyoncular, gazeteciler geliyor. Onlara "Bir şey olursa ben buradayım" diyorum. Birinci sayfalardayım. O performansımla Lazio kümede kaldı.

MİLANO'DA MAÇ BİTMEDEN SAHADAN ÇIKTIM

Anılarınız birbirinden değerli ama unutamadığınız maçlardan birini anlatır mısınız?


Lazio ile Milano'da Milan'la oynuyoruz. Milan takımında Rivera, Altafini, Radice, Trapattoni, Cesare Maldini var. Sisli bir hava ve maç 0-0 gidiyor. Son 5 dakikada sis iyice yoğunlaşınca hakem maçı iptal etti. Bir hafta sonra yine gittik, yine kötü bir hava var. 15 dakikada 2-0 yaptılar. Bizim kalecimiz de şimdiki Buffon'un babası. Devre arasında yine sis basmaz mı? Bu sefer Milan ağlıyor. Hakem yine maçı tehir etti. Üçüncü maçta hava cam gibi. O gün bir maç oynadım ki, Milan'ı mahvettik ve 2-0 kazandık. Maçın bitmesine 5 dakika kala elimi kaldırdım ve teknik direktörümüze "Ben oyundan çıkıyorum" dedim. O zaman oyuncu değiştirme falan yok. Takım 10 kişiyle oyuna devam ediyor. Teknik direktörümüz yanıma gelip koluma girdi, kenarda yürümeye başladık. Inter takımı da Teknik Direktörleri Herrera ile birlikte maçı izlemeye gelmiş. Bizim teknik direktörümüz de maçtan önce onlara "Bartu bu Milan'ın canına okuyacak" demiş. Inter de tabii Milan'ın yenilmesini istiyor. Benim sahadan çıkışımı gördüklerinde Interliler gülmekten ölmüş.

Madem teknik direktörden bahsediyoruz, bugünün futbolcu-teknik direktör ilişkileri ile sizin döneminizi kıyaslar mısınız?

Bizim dönemimizde futbolda bu kadar fazla para yoktu. Oyun daha amatör olduğu için antrenörler daha babacan davranırlardı. Şimdi işin içine para girdiğinden oyuncu antrenörden çekiniyor. Bakın, İtalya'da oyuncu oyundan atılmaktan da korkar. Çünkü oyundan atıldığınızda cezanız Salı günü açıklanır. Kaç hafta ceza aldıysanız maaş ve priminizin o kadarlık bölümünü kaybedersiniz. Burada cezanın zamanında açıklanması ve oyuncunun aldığı cezaya göre para kaybetmesi önemli. Bu sistemin Türkiye'de de uygulanması faydalı olur.

İtalya'da uygulanmasında fayda gördüğünüz ve Türkiye için tavsiye edeceğiniz başka örnekler var mı?

Juventus 1982'de Platini'yi aldı. Ardından da Zico'yu transfer etti. Federasyon hemen devreye girip "Alamazsınız, çünkü bütçeniz buna müsait değil" dedi. Bunun üzerine daha ucuz diye Boniek'i aldılar ve Zico da Udinese'ye gitti. Üstelik Juventus'un Başkanı da Agnelli. Bırakın Zico'yu, memleketini de beraber alır. Ülkemizde de böyle bir denetimin getirilmesi ve kulüplerin bütçelerine göre transfer yapabilmesi lâzım.

Günümüzün taraftar davranışları hep geçmişle kıyaslanır ve geçmişe övgüler dizilir. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nasıl? O dönemde de bugünkü gibi amigolar, taraftar grupları var mıydı?

Amigo olarak bir tek Karıncaezmez Şevki vardı. Dünya beyefendisi bir adamdı. Deniz tarafındaki Galatasaray tribününde bayrağını açar, takımı alkışlatır; arabasının altında sarı-kırmızılı çiçekler vardır, onları sular. O dönemde bir de şu vardı. Mesela Fenerbahçe, Kasımpaşa ile oynuyor, 30 bin seyircinin 7-8 bini Galatasaraylı. Lefter'le Can'ı seyretmeye geliyorlardı. Fenerlilerin 7-8 bini de Metin Oktay'la Kadri'yi görmek için Galatasaray maçına gidiyordu. Tribünde de yan yana oturuyorlardı. Ama ortaya rant çıkınca böyle taraftar birlikleri de oluşuyor.

Bugünün futbolcuları içe kapalı yaşıyor ve toplumla fazla ilişki kurmuyor. Bu konuda da bir kıyaslama yapabilir misiniz? Siz de toplumdan uzak mı yaşıyordunuz?

Yok canım, nerede? Benim hem basketbol hem de futbol oynadığım dönemde Altıyol çok popülerdi. Oraya çıkardık. Ben tıfıl bir çocuktum. Orada beni yakalayan öperdi. Futbolcuya karşı bir garez yoktu. Şimdi oyuncu hem çok para kazanıp hem de bir şey vermediği zaman insanlar sinirleniyor. Dolayısıyla oyuncular da toplumun içine fazla çıkmıyor. Bugünkü oyuncuların aldıkları paralara karşı değilim Sonuçta ben futbolcudan yanayım. Ama aldıkları paranın karşılığında profesyonelce yaşasınlar ve özellikle büyük takımlarda oynamanın ne kadar önemli olduğunu anlasınlar.

TÜRKİYE'DE ÇOK ÇABUK BAŞARI BEKLENİYOR

Türkiye'de oyuncu yetiştirilmesi konusuna yeterince önem verildiğini düşünüyor musunuz?


Bu konuda şöyle bir örnek vereyim.70'li yılların başında Ajax, Bayern Münih'i Amsterdam'da 4-0 yendi. Bayern'in başkanına "Böyle bir fark olur mu?" diye sordular. Adam, "Evet olur. Bizim 12, Ajax'ın 32 tane genç takımı var. Aradaki fark budur" cevabını verdi. Bizde başkandan da yöneticiden de futbolcudan da çok çabuk başarı istiyorlar.

Stilini kendinize benzettiğiniz bir oyuncu var mı?

Bana benzetilen oyuncular vardı. Sergen Beşiktaş'ın genç takımında oynarken adı "Küçük Can Bartu"ymuş. İzlemeye gittik, hakikaten de çok güzel oynamıştı. Beni ise Büyük Fikret'e benzetirlerdi. Sergen de bana benzetiliyordu. Ama ben daha deparlı, çabuk ve güçlü bir oyuncuydum. Fenerbahçe'de forma giyip oynadığımız hakemli maçlarda 286 gol atmışım. Bunu Hikmet Pulcu bana söyledi. Fenerbahçe kitabında ise resmi maçlarda attığım 136 gol var.

Bugün beğendiğiniz oyuncular var mı?

Oğuz'u beğeniyordum, bıraktı. Arda'yı beğeniyorum. Bizim Alex'i beğeniyorum ama durarak oynayanını değil, hareketlisini. Appiah'ı beğeniyordum, gitti. Güiza iyi işler yapacak gibi görünüyor. Delgado'yu beğeniyorum. Ben becerikli ve oyuna hâkim olabilen oyuncuları seviyorum. Kayserispor'dan Mehmet Topuz'u, stoper Aydın Toscalı'yı beğeniyorum.

FENERBAHÇELİLER BENİ DÖVECEKTİ

Galatasaray hiç peşinize düştü mü?


Daha futbol oynamadan önce Galatasaray beni istedi. Bunun ilginç bir hikâyesi var. Basketbol A Milli Takımı'yla Yugoslavya'dan dönmüştük. Suadiye Otel'in arkasında golf sahası vardı. Orada da Çadırspor diye bir takım kurulmuş, Beşiktaşlı Coşkun ve Sedat, Galatasaraylı Süt Ali, Kâmil, Yüksel oynuyorlar. Çiçek Sineması'nın karşısında da 7 kişilik bir futbol sahası var. "Hadi" dediler, "Basketbolcularla maç yapalım." Maç 6-6 berabere bitti, bunları mahvettim. Dediler ki, "Turnuva başlıyor, aman sen de Çadırspor'dan oyna." Baba Gündüz de orada, maçları seyretmeye geliyor. Galatasaray A takım oyuncularıyla Fenerbahçe'nin A takım oyuncuları karşılaşıyor, ben de Galatasaraylıların içindeyim. Metin falan oynayamıyor o takımda. Fenerbahçe ile Galatasaray finalde karşılaşacak. Beni "Galatasaraylıların arasında oynama" diye tehdit ediyorlar. Eve kaçtım. Anneme "Aman sakın bana izin verme, hadise çıkacak" dedim.

Galatasaraylılar üç kişi geldi, annem "Hayır" diyemeden yaka paça alıp beni götürdüler. Saha tıklım tıklım dolu. En az 10 bin kişi var. Maç başladı, 9-0 yaptık, 9 golü de ben attım. Kaleci Selahattin'i bir o yana yatırıyorum, bir bu yana. Fenerbahçeliler beni dövmek için sahaya girdiler, linç edecekler. Kavga çıktı, polis geldi, maç yarıda kaldı. Neyse, Suadiye golfe döndük. Gırgır olsun diye, "Bu futbol çok hoşuma gitti, kavgalı mavgalı bir spor. Karar verdim, futbol oynayacağım" dedim. Suat, "Oğlum burası parke mi, yağmurda çamurda nasıl oynayacaksın? Futbol oynamayı o kadar kolay mı zannediyorsun?" dedi. "Sen kendine yer ara, ilk milli maçta sağ iç ben oynayacağım" karşılığını verdim. O dönemde henüz futbol oynamıyorum. Neyse bu olaydan sonra Fenerbahçe beni kadroya aldı. İlk milli maçta sağ iç ben oynuyorum, Suat yedek. Tek seçici de Galatasaraylı Eşfak Aykaç. O maçta Polonya ile 1-1 berabere kaldık.
21:00
Beşiktaş - Konyaspor
Turkcell Super Lig (LİG TV)
Haftanın Maçları
2. Hafta
 Ankaragücü 1  
  Trabzon 2  
 Ankaraspor 0  
  Gaziantep 2  
 Fenerbahçe 2  
  İ.B.B. Spor 0  
 Kocaeli 0  
  Sivas 2  
 Eskişehir 0  
  Hacettepe 0  
 Bursa 2  
  G.Birliği 0  
 Denizli 3  
  Antalya 2  
 Kayseri 0  
  Galatasaray 0  
 Beşiktaş -  
  Konya -  
Haftanın Maçları
3. Hafta
 Hacettepe Fenerbahçe Cumartesi 19:00  
 Konya Denizli Cumartesi 20:00  
 Kayseri Kocaeli Cumartesi 20:00  
 Galatasaray Antalya Cumartesi 21:45  
 Sivas Bursa Pazar 19:00  
 G.Birliği Eskişehir Pazar 20:00  
 Gaziantep Ankaragücü Pazar 20:00  
 İ.B.B. Spor Ankaraspor Pazar 20:00  
 Trabzon Beşiktaş Pazar 21:45