kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 1 Eylül 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Günaydın 
BELGİN ÇOBAN
kitap

Orhan Pamuk hiç böyle aşk yaşadı mı? Cevabı romanda

Konu Nobel ödüllü Orhan Pamuk ve yeni romanı 'Masumiyet Müzesi' olunca önce ciddiyet gerekiyor! Aklımıza gelen ilk cümleyi sarf etmeden önce kullandığımız her sözcüğün 'azametsiz' olmamasına özen gerekiyor! 'Eleştireceğim' derken bile önce iyice yutkunmak gerekiyor! Sonra demesinler; "Sen, Nobelli yazardan iyi mi biliyorsun?" diye... O nedenle bütün ciddiyetimi takınıp, bildiğim tüm azametli sözcükleri arkama alarak iyice yutkunuyor ve sizleri 'Masumiyet Müzesi'ne davet ediyorum...

Dünkü SABAH Pazar ekinde Şirin Sever'in röportajında okuduğunuz, cuma akşamı (tekrarı cumartesiydi) NTV'de Banu Güven'le sohbetini dinlediğiniz üzere romancı Orhan Pamuk'un yeni eseri 'Masumiyet Müzesi' büyük bir aşkı anlatıyor. Aşığımız, tekstil tüccarı Kemal Basmacı, 30 yaşında. Aşık olduğu kadın 'hısmı' olan Füsun Keskin ise 18 yaşında. Roman, hafif bir aşk romanı olarak başlıyor (bu bizzat Pamuk'un ifadesi, yanlış anlaşılmasın). Sonra ağır ağır, adım adım devam ediyor.

Nişanlanmak üzere olan Kemal, 'tesadüfen' 1975'in mayısında Füsun'la karşılaşıyor ve 'bir buçuk aydan iki gün az' olan sürede her gün sevişiyorlar. Sonra Kemal nişanlanıyor (bu nişan kitapta 47 sayfada anlatılıyor) ve o günden sonra 339 gün görüşmüyorlar. Kemal yoğun sancılar, sanrılar, acılar, öfkeler ve kıskançlıklar yaşıyor. Çünkü Füsun aşkı, onu görememenin getirdiği duygusal travmalara yol açıyor. Hatta Kemal, Füsun'a sahip olamamanın acısını, onun dokunduğu ve onu hatırlatan eşyalarla gidermeye çalışıyor... (Fetişler...) Aslına bakarsanız bu romandaki karakterler pek kederli. Pamuk da bunun bilincinde olduğu için romanında şu özlü sözü söylüyor bir ara: "Kahramanlar kederli diye bir roman da kederli olmak zorunda değildir." Ama iş o kadar basit değil! Aşkın getirdiği o acayip mutluluktan çok, bir romanı roman yapan aslında aşk acısı değil midir? Bu da, bu kederin tüm satıha yayılmasına neden değil midir? Bakın romanda, bu acı da şöyle tarif ediliyor: "Gerçek aşk acısı, varlığımızın en temel noktasına yerleşir, bizi en zayıf noktamızdan sımsıkı yakalar ve diğer bütün acılara derinden bağlanarak bütün gövdemize ve hayatımıza hiç durdurulmayacak bir şekilde yayılır." İşte bu! Ve şimdi yaşadığınız aşk acılarını bir düşünün...

Tabii bu romanın en dikkat çeken yanı (75'te başlayan dönem olduğuna dikkat!), o dönem genç kızların evlilik öncesi cinsel ilişki yaşamalarına kötü gözle bakılması. Bir genç kızın, sevdiği erkekle 'sonuna kadar gitmesi' için ya o erkeğe güvenip 'bunun' evlilikle sonuçlanacak olduğunu bilmesi gerekiyor ya da modern ve Batılı olduğu için bu yaptığı 'diplomasi' olarak kabul ediliyor. Ne demek olduğunu, romandan alıntıladığım şu cümleyle açıklayayım: "Müslüman bir ülkede yıllar sürecek hakiki, mutlu ve huzurlu bir evliliğin ilk şartı zenginlik değil, evlilikten önce sevişmemek." Herhalde bunu annelerimiz, anneannelerimiz daha iyi kavrayacaktır ama sanırım onlarla birlikte, yüksek sesle romandaki şu cümleye itirazımız olacaktır: "İnsan güzel bir kadınla evliyse, onunla sabahtan akşama kadar sevişmekten başka bir şey yapmaya vakit kalmaz!" Evet, itirazımız kesin olacaktır.

Gelelim başlıktaki konuya... Orhan Pamuk bu romanında kendini de karakter olarak kitabın içine yerleştirmiş. 'Güzelim' Füsun'la dans ediyor, aşığımız Kemal'le konuşuyor. İşte bu konuşmalardan birinde Kemal, romancı Orhan Pamuk'a şöyle soruyor: "Peki siz hiç böyle bir aşk yaşadınız mı?" Orhan Pamuk da bakınız bu soruyu şöyle yanıtlıyor: "Hmmmmm... Konumuz ben değilim."