kapat
E-gazete
|
Hava Durumu
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
English
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
31 Ağustos 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat
İstanbul'da her gün binlerce araç trafiğe çıkıyor ve yoğun trafik sürücülerin sinirlerini geriyor.

Nasıl trafik canavarı olunur?

SELEN ÇALIK
Güncelleme : 30.08.2008 21:40
Tom Vanderbilt'in Trafik: Arabayı Neden Bu şekilde Kullanıyoruz? isimli kitabı, otomobil sürücülerini mercek altına alıyor. Kitap, trafik düzenlemelerine farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyor ve şoförlerin dikkatsizleşmesinden biraz da trafik işaretlerinin artışını sorumlu tutuyor..
Amerika'da, tasarım ve teknoloji alanlarında serbest yazarlık yapan 40 yaşındaki Tom Vanderbilt, kısa süre önce çıkan kitabı Traffic: Why We Drive the Way We Do'yu (Trafik: Arabayı Neden Bu Şekilde Kullanıyoruz?), ihlal ettiği bir trafik kuralından ilham alarak yazmış. Vanderbilt bir defasında, bir sapakta bekleşenlerin oluşturduğu kuyruğa dahil olup da saatler harcamaktansa, diğer şoförlere haksızlık olacağını bile bile açık yoldan ilerleyip, son anda sıraya karışmak fikrine yenik düşmüş. Bu hareketi daha sonra kafasını kurcalayınca, insanlara internet üzerinden bu gibi durumlarda ne yapılması gerektiğini düşündüklerini sormuş. Ancak aldığı olumlu-olumsuz tepkilerle yetinmemiş, aksine konuya olan merakı giderek artmış. Yeni Delhi ve Hollanda'ya seyahat etmiş, psikolog ve mühendislerle röportajlar yapmış. En sonunda da yalnızca çevremizdeki trafik işaretlerini değil, trafikte bizim de çevremize yolladığımız işaretleri' konu alan kitabı ortaya çıkmış.

BASTIRILAN İLKEL KİŞİLİK
Kitapta şunlara yer veriyor Vanderbilt: Otomobiller bireyselliğin sembolü olsa da otomobil kullanmak her zaman için sosyal bir olay olmak zorunda. Arabanızı zevkinize göre alır, kişisel eşyalarınızla donatır, içinde bir şeyler atıştırır, müzik dinlersiniz. Aracınız size özel, kişisel bir alan sunar ve içinde geçirdiğiniz zaman azımsanamaz. Ancak yolda nadiren tek başınıza kalırsınız. Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar koca bir caddedeki tek otomobili süren kişi olma şerefine neredeyse hiç erişemezler. Arabalar seyrelse, bu sefer de başka bir toplumsal faktör işin içine girer: Yayalar. Kısacası, siz arabanızda yalnız kalsanız da çevrenizdekiler yolda tek başınıza olmadığınızı her fırsatta anlatmaya çalışır. Bu kocaman zırhların içinde, kendi imkânlarınızla üzerine pek de çıkamayacığınız saatte 30 km'lik hızın üç-beş katına rahat rahat ulaşırken sahip olduğumuz gücün bizi trafik canavarlarına çevirdiği aşikâr. Hızımız ve direncimiz arabalar sayesinde artsa da hızla gelen tehlikenin büyüklüğü, hem çevremiz hem de kendimiz için tehdit unsuru teşkil ediyor. Gösterdiğimiz dikkat ve olaylar üzerindeki hakimiyetimiz giderek azalıyor. Dahası araba kullanırken alıştığımız iletişim yöntemlerine de başvuramaz oluyoruz. Göz teması kurmak imkânsız, sesimizi de duyuramıyoruz. Kısacası insanlarla yan yana olup onlarla bir türlü anlaşamıyoruz. Traffic: Why We Drive the Way We Do'da araba sürüş şeklimizi sorgulayan Tom Vanderbilt, bu iletişim kopukluğunun direksiyon başında geçirdiğimiz öfke nöbetlerinin başlıca sebebi olduğunu düşünüyor. Bakıyoruz ki derdimizi anlatamıyoruz ve kalabalığın içinde herhangi bir şoför olup çıkıyoruz, insanlarla yüz yüzeyken takındığımız kibar tavırları bir kenara bırakıp aşırılara kaçıyoruz. Küfürler savuruyor, gövde gösterileri yapıyoruz. Bastırdığımız ilkel kişilik su yüzüne çıkıyor. Ne zaman ki yanımızdan gelip geçenler yüzümüzü görüyor işte o anda kendimize geliyoruz. Trafik üzerine yapılan bir çalışma da üstü açık araba kullananların, bu sebepten tepkili davranışlar sergilemeye daha az meyilli olduklarını göstermiş.

YAVAŞ GİDEN ÇABUK VARIR
Hızlı gidip varmak istediğimiz noktaya daha çabuk ulaşmayı hakkımız olarak görsek de herkesin derdinin aynı olduğunu da anlamamız gerek. Bu konuda Vanderbilt "Yavaş giden daha çabuk varır," diyor. Yan şerite geçmeye çalışmakla harcadığımızdan daha kısa bir süreyi kaza yapmaktan kaçınmaya ayırabiliriz. Çünkü otomobil kullanmak, sırf kolay gözüküyor olması sebebiyle zor bir iş halini alıyor. Direksiyon sallamayı hafife aldığımız için hata yapma riskimiz artıyor. Asıl ilginç olansa Vanderbilt'in trafik işaretlerine yönelik suçlaması. İşimizi kolaylaştırdıklarını düşündüğümüz bu işaretler bazen kazaların asıl sorumlusu da oluyor. Zira tüm tehlikelerin listesi çıkarılınca bize de bu tekdüzelikte, direksiyon başında uyuklamak kalıyor. Han Monderman isimli Hollandalı bir mühendisin tavrını örnek gösteriyor Vanderbilt: Bırakın da insanlar tehlikeleri kendi bulsun. Tehlikenin nereden geleceğini bilmeyen kişi daha dikkatli davranacaktır. Ama bu mantık, yaya ve araba yollarının birleştirilmesine kadar bile vardırıyor işi: Yaya geçidi tabelasına aldırmayan tedbirsiz şoför, ansızın önüne atlayan yayalar karşısında elinden geleni yapmak zorunda kalacaktır. Ancak böyle bir değişim beklenmediğine göre, sıradaki çözüm daha katı trafik düzenlemelerine başvurmak olabilir. Örneğin, gönülsüzce de olsa, hız tespiti için belli noktalara kameralar konulmasını destekliyor Vanderbilt. Ayrıca yol kullanımından para alınması da fikirleri arasında. Ona göre insanlar seyahat etmenin önemini ancak karşılığında para ödeyecek olurlarsa kavrayabilir. Ancak kitabın bireysel ve toplumsal alanlar arasındaki çekişmeyi çözmek gibi bir hedefi yok. Vanderbilt'in kitabı, biraz da kötümser bir bakış açısıyla, içerisinde takılıp kaldığımız trafiği ve asıl problemlerimiz olan bencilliği gözler önüne seriyor.
Haberin fotoğrafları