kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 12 Ağustos 2008, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

Oyun kurucu olmak

İngiliz tarihçi Mark Almond, Güney Osetya savaşıyla ilgili olarak "The Guardian" gazetesinde yayınlanan uzun yazısında ABD Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger'ın iki vecizesini hatırlattı:
1-Hiçbir büyük güç sonsuza kadar geri çekilmez.
2-Hiçbir büyük güç müttefikleri için intihar etmez.
Kissinger bu tespitleri başka zamanda başka krizler sırasında yaptı ama ilki Rusya'nın, ikincisi ise Gürcistan'ın bugünkü durumlarıyla bire bir örtüşüyor.
Gerçekten de Rusya'nın Mihail Gorbaçov döneminde başlayan geri çekilme sürecinin sona erdiği konusunda strateji uzmanları arasında geniş bir mutabakat var. Gürcistan'ın Güney Osetya operasyonuna verdiği ölçüsüz tepki, bu yeni dönemin işaret fişeği anlamına geliyor.
İkinci vecizenin muhatabı Gürcistan'a gelince; Batı yandaşlığını amansız, ölçüsüz, irrealist Moskova düşmanlığına endeksleyen Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili'yi ABD'nin son haftalarda ısrarla tekrarladığı "Sakın bir maceraya kalkışma" uyarıları bile durduramadı. Çünkü ABD'nin, AB'nin, hatta NATO'nun kendisini yalnız bırakmayacaklarına şartlanmıştı. Ve çünkü son 4 yılda başta ABD olmak üzere Batı'dan sağladığı silah ve eğitim desteği sayesinde yenilmez bir ordu yarattığına inanıyordu.
Gerçeği anladığında iş işten geçti: ABD "Başının çaresine bak" politikası izledi, Rusya'nın misillemesine ilk tepkisi bile son derece ihtiyatlı oldu. (Beyaz Saray'ın daha sonra söylemini sertleştirmesi Moskova'yı durdurmayı değil, Rusya karşıtlığında Saakaşvili ile yarışan Cumhuriyetçi Parti'nin başkan adayı John McCain'e prim kazandırmayı amaçlıyor.) AB'nin elinden ise Gürcistan'ın daha fazla hırpalanmaması için Rusya'nın öfkesini yatıştırmaya yönelik diplomatik girişimlerden fazlası gelmedi. Gelemezdi de.
Saakaşvili, Antik Yunan'dan bu yana saygı gösterilen "Olimpiyatlar süresince silahlar susar" kutsal yasasını bile çiğneyerek kalkıştığı bu çılgınlıktan sonra koltuğunu koruyabilir mi, bilmiyoruz; ama Gürcistan'ın Güney Osetya'yı da, Abhazya'yı da sonsuza kadar yitirdiği kesin.
Bu, Kafkaslar'da kartların yeniden karılması demek. Yeni ihtilafların, yeni çatışmaların tohumlarının atılması demek. Yukarı Karabağ sorununun barışçı yollardan çözümünün de zora girmesi demek. Kafkaslar'da istikrarsızlığın katmerleşmesi, enerji koridorlarının tehlikeye girmesi demek.

2 yıl önce yapılan çağrı
Bu barut fıçısını ateşten uzak tutmanın tek yolu var: Kafkas ülkelerini ortak gelecek hedefinde buluşturmak. İşte o nedenle üç gündür ısrarla Balkanlar'da olduğu gibi Kafkasya'da da "İstikrar Paktı" kurulmasının şart olduğunu yazıyoruz.
Biliyor musunuz; bu konu Türkiye'nin 1999 Kasım'ında yaptığı öneriden 7 yıl sonra, 2006 güzünde bir daha gündeme geldi. Buyurun Türkiye'nin de kurucu üyelerinden olduğu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin (AKPM) 18 Ekim 2006 tarihli birleşiminde kabul edilen kararın tutanakları:
"Kafkaslar'da ihtilafların çözümü ve yeni çatışmaların önlenmesi ancak bölge ülkeleri arasında güven ortamının sağlanmasıyla mümkün olabilir. Bunun yolu bölgesel entegrasyonu amaçlayan bir işbirliği ve yardımlaşma mekanizmasıyla açılabilir. Bu mekanizma Kafkas İstikrar Paktı ile kurulabilir. AKPM olarak Kafkas İstikrar Paktı'nın temellerini oluşturacak ana ilkelerin belirlenmesini zorunlu görüyoruz. Bunun için de uluslararası bir konferans düzenlenmesini öneriyoruz."
AKPM kararında ayrıca tüm tarafları Kafkas İstikrar Paktı için düşünce süreci başlatmaya da çağırıyordu.
Aradan neredeyse iki yıl geçti. Düşüncelerin olgunlaşması için yeterli bir süre. Artık yitirecek zaman kalmadı. Tabii Güney Osetya'daki ateşin tüm Kafkaslar'a, oradan da Avrupa'ya yayılması istenmiyorsa.
Artık eylem zamanı. Dinamikleri harekete geçirmenin öncülüğünü hem Batı ittifakının ağırlıklı üyesi, hem de bölgenin ağabeyi olarak Türkiye yapmalı. Zaten stratejik çıkarları gereği Türkiye, oyunun parçası değil, kurucusu olmak zorunda.
Başbakan Erdoğan'ın "Balkanlar'da olduğu gibi bir Kafkas ittifakı çalışması içerisine girebiliriz. Burada Türkiye olarak rol alabiliriz" açıklamasını bu tarihi misyona hazırlığın ilk mesajı olarak görüyor ve alkışlıyoruz.