kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 12 Ağustos 2008, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Gürcistan "Castro'nun Küba'sı" rolünü oynayamazdı...

Gürcistan Cumhurbaşkanı Saakaşvili dünkü "The Wall Street Journal"de yayınlanan mektubunda Rusya'nın yayılmacı emellerini kendince anlattıktan sonra, Gürcistan'ı Rusya karşısında yalnız bırakan "Batı"ya dönük sitemlerini seslendiriyordu. Özetle şöyle diyordu:
- Gürcü halkı kültürü, uygarlığı ve değerleriyle köklü bir Avrupalı ulustur. Dört Gürcü'den üçü, ülkenin NATO üyeliğinden yanadır. Şimdi biz demokrasiye dönük heyecanlarımızın bedelini ödüyoruz.
- Rusya'nın geleceği de ortadadır. Komşularına dönük saldırı savaşları açan Rusya Avrupa'nın ortağı olabilir mi? Rusya'nın bugünkü liderliği geçmişte Moskova'nın egemen olduğu alanda neo kolonyalist bir kontrol modelini canlandırmayı amaçlıyor.
- Gürcistan'ın düşüşü, eski Sovyetler Birliği'nde ve ötesinde Batı'nın da düşüşü demektir. Ukrayna ve Kafkasya'daki devletlerin liderleri, özgürlüğün ve bağımsızlığın bedelinin çok yüksek olduğunu düşünecektir.
Saakaşvili'nin bu çaresiz seslenişi, tabii ki onun tartışmasız biçimde haklı olduğu ve bugüne kadar doğru politikalar izlediği anlamına gelmiyor.

Risk hesapları
Parçalanmış bir süper devletin sınırlarından kopup, onun yanı başında ona karşı ideolojik ve askeri bir cephe oluşturmaya çalışmak, beraberinde riskleri de getirir. Bunu Ukrayna, Rus doğalgazının Batı'ya ulaşımını engelleyerek yapmaya kalktı. Sonuçta tüm Avrupa'yı etkileyecek bir enerji krizinin eşiğinden dönüldü.
Yani ABD'nin dibinde ona karşı ideolojik ve ekonomik savaş veren Küba'nın Castro'su, bir model değil bir istisnai olaydır. Bir çeşit "müzelik vaka"dır Castro Küba'sı.
Neticede bugün ABD ve genel olarak Batı, Gürcistan'ı Rusya karşısında nasıl yalnız bıraktıysa, Sovyetler de "Füze krizi"nde Küba'yı ABD karşısında yalnız bırakmamış mıydı?
Çeşitli ülkelerdeki yönetimler ülkelerini yanlış politikalarla dış maceralara sürüklediğinde, kendilerini destekleyen ve hatta müttefikleri olan ülkelerden askeri yardım gelmemesini "nankörlük" diye nitelemek yanlışına düşmemelidir.
Bu gibi durumlar yakın ve uzak tarihlerde sayısız defa tekrarlandı.
Örneğin 1964'te Kıbrıs'ta EOKA çetecileri Türkleri katlederken ve buna karşı Türkiye askeri müdahale uyarısında bulunurken, o dönemin Sovyet lideri Kruşçef Türkiye'ye askeri müdahale tehdidinde bulunmuştu.

Johnson Mektubu
Bunun üzerine NATO'daki liderimiz ve ortağımız ABD'nin Başkanı Johnson, Türkiye'ye "Yanınızdayız" diyecek yerde, "Kıbrıs'a müdahale halinde başınıza geleceklerde yalnız başına kalırsınız. Ayrıca bizim verdiğimiz silahları kullanamazsınız"
mesajı göndermemiş miydi? Sonra ne oldu? Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Johnson Mektubu üzerine "Yeni bir dünya kurulur, biz de bu yeni dünya içinde yer alırız" içerikli tepki göstermiş ve daha sonra da bir TBMM oylamasında Başbakanlık'tan düşmüştü.
Bütün bu eski ve yeni örneklerden alınacak güncel derslere gelince.

Tam tarafsızlık
Birincisi siyasi yönetimlerin ana sorumluluğu, ülkelerini geri dönülmez noktalara sürüklememektir.
İkincisi de içeride demokrat olmak, içeride ve dışarıda herkesle kavgalı olmayı gerektirmez.
Türkiye bu bölgede eğer enerji kaynakları arasında ulaşım ve taşımanın köprüsü olmak istiyorsa, "Bölgenin İsviçre'si" olmayı denemelidir. Bu tam tarafsızlık gerektirir. Taşınan petrol ve doğalgazın akışında, Türkiye'nin hiçbir siyasi bağlantıya göre engelleme yapmayacağının, her tarafça bilindiği bir güven duygusunun varlığı anlamına gelir bu.
Dileriz Rus-Gürcü sıcak anlaşmazlığı çok büyümeden sona erer.