kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 9 Ağustos 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Taksilerde mazoşizm yaşamak

Arabam var. Fakat neredeyse hiç kullanmam. Hayatım kamu taşıma araçlarına özellikle de taksilere binmekle geçer. İnsanın bir yerden bir yere kamu araçlarıyla gitmesini bir imtiyaz olarak gördüğümü çok tekrarladım, hele metroyu kullanıyorsam!
Birçok dostumun tersine bendeniz otobüslere binmekten de büyük zevk alırım . Hele otobüslerin terk edildiği saatlerde yer bulup oturabileceğim, istediğim durakta inebileceğim (hatta ne yalan söyleyeyim Boğaz ve Etiler hatlarında istediğim yerden binebileceğim) otobüsler bir zevktir. Şimdi belediyenin bir de yeşil otobüsleri var. Onlar klimalı. Yaz sıcağında daha ne olsun?..
Buna rağmen asıl aracım taksiler. Hele şu sıralar günde dört beş kez taksiye biniyorum. Taksi konusunda geliştirdiğim bazı "teknikler" de vardır. Yazsa durak taksisine binmem. Güneşin altında iyice ve yavaş yavaş pişirilmiş bir arabanın ateş yağan tavanı altına girip oturamayacağınız kadar kızmış koltuk plastiğine yapışmak saçmalık olur. Kışın ise mutlaka durak taksisini tercih ederim bir şey unutursam bir terslik olursa izini sürebileyim diye.
Taksi bana göre özel arabayla mukayese edilmeyecek kadar ucuz bir taşıma aracıdır. Arabanızın maliyetini, amortismanını, vergilerini, kaskosunu, sigortasını, yıllık park parasını, bakım ücretini, temizlik masrafını bir yana yazın. Aracı satıp ederini bankaya yatırırsanız bir yılda kazanacağınız faizi üstüne ekleyin. Eh her gün şu kadar taksiye binseniz o parayı harcayamazsınız. Buna bir de arabayı sizin, taksiyi sürücünün kullandığını ekleyin. Park yeri bulamamak gibi sorunları da düşününce taksi vazgeçilmez bir araçtır.
Bunca hevese mukabil taksiler gene de hayatımın en büyük sorunu olmaya devam ediyor.
Sebebini bir tek cümleyle özetleyeyim: Türkiye'de müşteri, tüketici veya kullanıcı hakkının taksilerdeki kadar "olmadığı" veya bu ölçüde gasp edildiği, bu kadar standarttan uzak, bu kadar denetlenmeyen ikinci bir araç, mecra veya hizmet yoktur.
Bir taksiye binersiniz. Tepeden tırnağa dökülür. Eskiliğini, sefilliğini, pisliğini anlatmaya Charles Dickens'ın veya Balzac'ın bile gücü yetmez. Birinin camları açılmaz. Ötekinin balansı bozuktur zangır zangır titrersiniz. Bir başkası fren yapamamakta veya yokuşta kalkamamaktadır. Bunlara vereceğiniz parayla çok daha iyi olanlarına vereceğiniz para aynıdır. Bunlar "teknik" meseleler. Gelelim sürücülere.
Radyoyu açmıştır kapattıramazsınız. Gaza bastıkça basar yavaşlattıramazsınız. Pencereyi açmıştır örttüremezsiniz. Nihayet kış gelir ve en büyük facia başlar. Soğan, sarımsak ve daha bilmem neyin biçimlendirdiği kesif mi kesif, insanın burun değil can direğini kıran bir ter kokusu 10 derecede bütün camlarını kapattığı bir takside saatlerdir oturan şoförden ve o arada inip binenlerden ortalığa yayılmıştır. Para verirsiniz, bozuğu yoktur, sizden gidip bozdurmanızı bekler. Yaz günü klima Mars'ta hayat bulmaktan zordur. Bir yer söylersiniz bilmez, bahanesi hazırdır: "ben karşı tarafın arabasıyım." Ne yaparsınız?
Durak taksileri bile aynı sorunlarla sizi yüz yüze getirir. Uzatmayayım, taksiler denetimsiz, sizi sürücüyle baş başa bırakan, her şeyin talihinize kaldığı bir alan. Başka her alanda bozuk, çürük, eksik, yanlış mal için hakkınızı ararsınız. Taksilerde ne mümkün! Neredeyse tamamı eğitimsiz sürücülerin insafına kalırsınız. Oysa Avrupa'da taksiye binmek başlı başına bir zevktir. Londra'ya neredeyse sırf taksileri için bile gidebilirim.
Gene de taksileri çok seviyorum diyeceğim ama siz onu benim mazoşizmime bağlayın.