kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 7 Ağustos 2008, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MAHMUT ÖVÜR

Behçet Cantürk öldürüleceğini biliyordu

Son günlerde Ergenekon davasıyla ilgili inanılmaz bilgiler ortaya çıkıyor. Onlarca faili meçhul cinayetin nasıl işlendiği, kimlere suikast düzenlendiği, devlet görevlileriyle mafya ve çete yapılanmalarının nasıl iç içe geçtiği tek tek ortaya seriliyor.
Bir anlamda Ergenekon kendisini de yaratan Susurluk'u aydınlatıyor.
Toplumun bir kesimi anlatılanları şaşkınlıkla izlerken, bir kesimi hâlâ Ergenekon'a toz kondurmuyor.
Oysa eskilerde değil, çok yakın geçmişte 90'ların başında yaşandı bu karanlık tarih...
O karanlık tarihi yakından izleyenlerden biri de bendim.
Önceki gün yurtdışında eğitim almış birkaç dil bilen üst düzey bir yönetici şöyle diyordu:
"Aman Allahım neler yaşanmış ülkede; infazlar, suikastlar... Bunlar olurken biz normal yaşama devam etmişiz."
Gerçekten de öyle oldu.
O olayların yaşandığı yıllarda "derin bir korku" hâkimdi. Kimse soru soramaz, o faili meçhul cinayetlerin izini sürme cesareti gösteremezdi. Bu sadece çete korkusu değildi. İşin içinde bizzat "devlet" olduğu için korku böylesine yaygındı.
O dönemin en dikkat çeken ve göz göre göre işlenen cinayetlerinden biri "şeytan üçgeni" denilen AdapazarıSapancaİzmit bölgesinde işlenen Behçet Cantürk cinayetiydi.
Cantürk cinayetine giden süreçte Kanal 6 Televizyonu'nda muhabirlik yapıyordum.
Uzun yıllar "uyuşturucu kaçakçısı" suçlamasıyla cezaevinde yatan Cantürk'le cezaevinden çıktıktan sonra tanışmıştım. Arada görüşüyor, yeraltı dünyasında neler olup bittiğini öğrenmeye çalışıyordum. O da tam aksine yeraltı dünyasıyla ilgili hiç konuşmaz, daha çok siyasette neler olup bittiğini merak ederdi.
Bu ilişki 1993'ün ortalarına kadar sürdü. O tarihten sonra karşımda kaygılı, tedirgin bir Cantürk vardı. O yılın mayıs ayında "Acele görüşmemiz gerekiyor" deyince, hızla Mecidiyeköy'deki bürosuna gittim.
İlk sözü şu oldu: "Beni öldürecekler..."
"Düşük yoğunluklu savaş" ın hüküm sürdüğü o günlerde bu söz şaşırtıcı değildi ama insan yine de "Beni öldürecekler..." diyen biri karşısında donup kalıyor.

Listenin başındaydı
O günler, dönemin başbakanı Tansu Çiller'in "Terörü destekleyen Kürt işadamları listesi elimde" dediği günlerdi. Cantürk o listenin en başında yer alıyordu.
Gazeteci olarak neden bana söylediğini, haber yapıp yapamayacağımı sordum. Verdiği cevap çaresizliğini gösteriyordu:
"Sürekli sıkıştırılıyorum. Tehdit alıyorum. Bunu TV'de anlatsak yararı olur mu?"
Doğrusu ben de çaresizdim. Sadece şunu diyebildim: "Elbette yararı olur. En azından savcılar harekete geçer."
Çok inanmasam da böyle dedim. O görüşmeden sonra birkaç kez daha görüştük. Hatta bir keresinde kamera da götürdüm. Ama her defasında konuşmaktan vazgeçti.
Söylemedi ama büyük olasılıkla bu kadar göz göre göre öldüremeyeceklerini düşündü.
O görüşmelerin birinde "Neden yurtdışına kaçmıyorsun?" diye sordum. Verdiği cevabı hâlâ çözmüş değilim: "Ailemi ve çevremi yüzüstü bırakamam..."
Cantürk bana böyle diyordu ama bir yandan da adının "tanıdıkları" vasıtasıyla "ölüm listesi"nden silineceğini ümit ediyordu. Belki de bu beklentiyle yurtdışına gitmiyordu.
Bu son konuşmamızdan yaklaşık iki ay sonra yine "tanıdığı" birinin arabasını durdurmasıyla ölüm yolculuğuna çıkacaktı.
Ve 14 Ocak 1994 günü öldürüldü.
Susurluk skandalına giden bu karanlık süreç benzer onlarca cinayetin işlenmesiyle oluştu. Gazeteci olarak öldürülenler kadar çaresizdik. Bu çaresizliğimi paylaşmak için bir keresinde Aktüel dergisinin başında olan rahmetli Ercan Arıklı'ya gittim.
Çeteleşmeleri, devletin mafya babalarıyla ilişkisini, faili meçhul cinayetlerin engellenmek yerine desteklendiğini anlatıp gazeteciler olarak ne yapmamız gerektiğini sordum.
Sohbetimiz çok kısa sürdü: "Yavrucuğum çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Sen de başını belaya sokma."
Gerçekten çok kötü günlerdi. Şimdi geride kaldı ama o döneme ilişkin bildiğim bir şey var. O günlerde ne yaşandıysa hepsi devletin bilgisi dahilinde yaşandı. Susurluk sadece bir avuç yasadışı çetecinin işi değil.
Onlar o kirli tarihi öğrenmemizi sağlıyor ama asıl hesap vermesi gerekenler, o tarihe imza atan siyasiler ve devlet yöneticileri...