kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 3 Ağustos 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
SOLİ ÖZEL

Kararın anatomisi (1)

Siyaset tarihine meraklı olanlar Türkiye'de gerçekleşen önemli dönüşümlerin mutlaka hem iç hem de dış dinamiklerden etkilendiğini bilirler. Arada yorum ve vurgulama farkları vardır tabii. Bazıları dış faktörlere ağırlık verirken diğerleri iç faktörleri ön plana çıkarırlar.
Örneğin Türkiye'nin 1945'te çok partili rejime geçmesi kararı İsmet İnönü'nün öngörüsü ve demokrasi inancıyla izah edilemez. Tek başına CHP içindeki muhalefet de bu açılımı açıklamaya yetmez. İkinci Dünya Savaşı ardından Sovyetler'in Türkiye'den talepleri, Ankara'nın kendisine müttefik arayışı ve Soğuk Savaş'a evrilecek ortamda ABD'nin güvenlik korumasına geçme arzusu mutlaka tahlile dahil edilmek zorundadır. Bu talebin kabul görmesi için diktatörlüğün bitirilmesi, demokrasi cephesi içinde yer almak gerekir. Yorum farkı çok partili rejime geçerken dış etkenin mi iç etkenin mi daha ağır bastığı hakkındadır.
Türkiye'yi yaklaşık bir buçuk yıldır sarsan, kökleri çok gerilere giden siyasi krizleri anlamak için de mutlaka hem içerideki siyasi dinamiklere hem de dünyadaki gelişmelere bakmak gerekir. Türkiye'nin konumundaki bir ülke 11 Eylül sonrası dünyasında, tam da çok önemli bir coğrafyaya ve ikiyüz yıldır süren bir batılılaşma tarihine sahip olduğu için, dünyadaki baskın dinamiklerle hareket etmek durumundadır. Bunları etkileyecek ağırlığı vardır. Tarih içinde verilmiş kararları tersine çevirmek gücüne ise sahip değildir. Uluslararası sistemdeki gelişmeleri doğru okuduğu, bunlarla uyum içinde siyaset üretebildiği ölçüde kendi çıkarlarını korumak, kendisine hareket ve güç alanı yaratmak imkanları çoktur.
Devletin vatandaş üzerindeki tahakkümü ve siyaset alanını kontrolü nedeniyle Türkiye 60 yıllık deneyiminde demokrasisini derinleştirememiştir. Çok partili dönemde tercih ettiği sermaye birikimi modelinde de devlete kafa tutacak derecede palazlanacak bir burjuvazinin yükselmesi imkanları sınırlı kalmıştır.
Böylesi bir gelişmenin mümkün hale gelebilmesi 24 Ocak kararlarının getirdiği piyasacı ekonomi politikalarından sonradır.

Muhalefetin pespayeliği
Soğuk Savaşın bitmesi ve neoliberal küreselleşme anlayışının dünyada kapitalizmi yaygınlaştırmasıyla da dünya piyasalarıyla entegrasyon tam hız sürdü. Bu bağlamda Türkiye sermayesi dünyadaki en gelişmiş piyasa olan Avrupa Birliği'ne gümrük birliği yoluyla entegre edildi. Türkiye'deki piyasacı kapitalist gelişmenin sonuçlarından birisi olarak Anadolu sermayesi palazlandı, ekonomik ve siyasi iktidardan pay istedi. AKP bu arayışın temsilcisi olarak iktidara geldi. Hem siyasal hem de rant dağıtmadaki tercihleriyle yerleşik güç odaklarını rahatsız, devlet ya da yerel yönetimin kontrol ettiği kaynakları da talan etti.
Bir diğer şansı ise Türkiye'deki yerleşik iktidar sahiplerinin Soğuk Savaşın bitmesiyle ortaya çıkan ortama uygun iç politika düzenlemelerini yapmamakta gösterdikleri direnç oldu. Bu odaklar dış politikada da Türkiye'nin yerleşik ittifak ilişkilerini tehdit edici bir tutum takınınca tasfiyeleri elzem oldu. Ergenekon davası da özetle budur.
AKP bugüne dek tüm hatalarına, kendi düşünce ve inanç sisteminin yetersizliklerine, kadrolarındaki yaygın çapsızlığa rağmen başarılı olduysa bunun önemli sebeplerinden birisi de muhalafetinin pespayeliği idi. Türkiye'ye ancak darbe, 1930'lı yılların faşizmi ve otoriter yönetim seçeneklerini sunanların 2008 Türkiye'sinin ne iç ne de dış politikasında söz hakkı olabilirdi. Hele ki Irak fiyaskosunun ardından ABD yeni seçimler akabinde kendisini ve dünyayla ilişkisini yeniden düzenlemek üzereyken.