kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 11 Temmuz 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Hasan Doğan'ın ailesi

Görsellik böyle bir şeydir. İnsan binlerce sözcüğün anlatamadığı bir gerçekliği bir fotoğraf karesinde yakalayabilir. Hasan Doğan'ın belli ki yürek yakan erken ölümünden sonra basında yayınlanan fotoğraflara baktığım zaman Türkiye'nin herhalde son elli yıllık (Doğan 50'li yaşlarındaymış) sosyolojisini kavgaya gürültüye bulaşmadan izlemek imkanı var diye düşündüm. Doğan ailesi, dededen toruna bütünüyle bir Türkiye sosyolojisi ortaya koyuyordu ve o resimlerin üstünde duralım biraz.

Dededen toruna
Ölümün kendisi yaralayıcı ama bir babanın oğlunun arkasından ağlaması daha da yıkıcı bir şey. Ne yazık ki, Hasan Doğan'ın babası bu acıyı yaşadı. Merhumun cenazesinin başında ağlayan babaya baktığım zaman bütünüyle geleneksel yapıda bir insan görüyordum. Başında yün beresi ve giyim kuşamıyla tipik bir Türk köylüsüydü, dede Doğan.
Doğan, bir köy çocuğu olarak başladığı hayatını bıraktığı noktaya kadar getirebilmiş bir insan. Görmezden gelinmeyecek bir kariyer ve saygınlık kazandığı ortada. Ama Türkiye'yi asıl ilgilendiren o değil, eşinin türbanı. Bayan Doğan, türbanlı bir kadın. Başını bağlamış. Fakat giyiminin öteki özellikleri de diğer davranışları da tırnak içinde yazmamız gereken "modern" bir kentli kadın görüntüsü çiziyor.
Fakat beni asıl çarpan Hasan Doğan'ın kızıydı . Dünyanın her yerinde rastlanabilecek derecede şık, çağdaş, güzel bir genç kız. Başı annesinden farklı olarak açık. Hatta giyiminin diğer öğeleriyle birlikte düşününce Türkiye'nin son zamanlarda çok sevdiği ve diline doladığı "muhafazakarlık"la hiçbir ilgisi yok.
Evet, dede Doğan'dan torun Doğan'a bir Türkiye görüntüsü var ortada. Ne ifade ediyor bu?

Türkiye'nin türban sosyolojisi
Öncelikle geleneksel değerler etrafında biçimlenmiş köy sosyolojisinden kent gerçeğine geçtiğimizi. Sınıfsal bir toplum yapısına sahip olmadığımız için toplumsal statü değiştirme olanağının hala çok güçlü olduğunu. Kentleşmemodernleşme ilişkisini bir genel dönüşüm olarak yaşasa bile gelenekselle olan bağını bir ölçüde koruduğunu.
Gerçekten de asıl dikkat çeken şey bu: geleneksel olanla çağdaş olanın bir arada bulunabilmesi. Nitekim anne Doğan'la kızı arasındaki ilişki bu açıdan bir hayli çarpıcı. Çarpıcı çünkü, Türkiye'yi son on beş yıldır kasıp kavuran türban sorununun toplumsal dinamikler içinde nasıl çözüldüğünü, hiç değilse "yaşandığını" görmek mümkün.
Buradan bakınca ortaya çıkan bir gerçek var: türban, Türkiye'de bir ara dönem olgusu. Belli bir toplumsal yapıdan diğerine geçerken kullanılan bir araç. Üstelik bu gerçek bizim modernleşme tarihimizin başka bir dinamiğini de işaret ediyor. Daha önceki dönemlerde sınıf-statü değiştirmenin ana koşulu egemen sınıfların kültürel kabullerini aynen benimsemekti. Fakat son otuz yıllık tarih içinde bu önkabul ortadan kalktı ve geçiş dönemini insanlar kendi değerleri üstünden yaşadı.
Her şey bununla sınırlı olmayabilir. Türbanla belli bir sosyal ve politik dayanışmanın gerçekleştirildiği öne sürülebilir. Kabul ederim ama o kabul de benim iddiamı ortadan kaldırmaz. Bu, belli sınıfların kendileri olarak toplumsal planda var olmak istemelerinin bir uzantısıdır.
Kişisel ve kültürel tercihim olarak ben türbanı değil, merhum Doğan'ın kızının tutumunu ve sergilediği görüntüyü yeğlerim. Ama bu neyi değiştirir? Türkiye kendi tarihini her şeye rağmen yaşıyor. Bu sadece son otuz yılın gerçeğinin değil gelecek otuz yılın gerçeğinin de katı bir taş gibi avucumuzda durduğunu gösterir!