kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 7 Temmuz 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ÖMER TAŞPINAR

Kürt sorunu ve Abant Platformu

Abant

Beyrut'ta geçirdiğim iki hafta sonrasında, Washington'a dönmeden Abant Platformu'na katıldım. Ergenekon soruşturması çerçevesinde Cumhuriyet tarihinin en önemli tutuklamalarının yaşandığı şu günlerde gerçekleşen Abant toplantısı, gene Cumhuriyet tarihinin en önemli sorunu üzerineydi. Konu "Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Beraber Aramak"tı.
Bu toplantıdan esinlenerek Kürt sorunu ile ilgili bazı gözlemler yapmadan önce Beyrut'ta hem coğrafyamızı hem de tarihimizi yakında ilgilendiren bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. TürkiyeAlmanya maçının oynandığı gün Beyrut'un en büyük meydanında dev ekranlar kuruldu. Maçtan saatler önce, binlerce Lübnanlı genç ellerinde Türk bayraklarıyla meydana aktı. Zaten günlerdir balkonlardan sarkan Türk bayrakları gözüme çarpıyordu . Maç başlayıp Türkiye ilk golü atınca müthiş bir tezahürat ve coşku seli yaşandı. Türkiye gol yediğinde ise meydan derin bir sessizliğe büründü. Sanki maçı Taksim Meydanı'nda seyrediyor gibiydim.
Sonuçta Türkiye kaybetmesine rağmen Lübnan halkı meydanı "Türkiye, Türkiye" sloganlarıyla terk etti. Müthiş duygulandırıcı bu sahneleri yaşadıktan sonra ertesi gün Beyrut'ta 300 bin Ermeni'nin yaşadığı Burj Hammud mahallesine gittim. Müthiş bir ironi bekliyordu beni. Mahalleye girer girmez göze çarpan ilk şey her yeri süsleyen Alman bayraklarıydı . Şaşırdığımı görünce arkadaşım Vera Yakubyan "neden şaşırıyorsun, bu kin ve travma daha birkaç nesil geçmez" dedi. Vera ile birkaç saat dertleştikten sonra kendisine yakında Türkiye'de Kürt sorunu konulu bir toplantıya katılacağımı söyledim. Üzgün bir ifadeyle şöyle dedi: "Keşke biz Ermeniler de dünyanın birçok yerine dağılmak yerine bugün Anadolu'da sizlerle yaşıyor olsaydık. O zaman bu kahredici soykırım meselesi yerine, Ermeni sorunu gibi daha az acı verecek bir şey konuşurduk."

Kürt isyanları
Lübnan sonrası işte böyle karışık duygularla geldiğim Abant'ta saatlerce Kürt meselesi konuştuk. Vera'nın sözleri hep kulağımda olduğu için aklım sürekli Kürt meselesinin tarihi arka planına gitti. Mesela neden bu ülkede 1925-38 döneminde 17 Kürt-İslam ayaklanması yaşanmıştı? Sürekli duyageldiğimiz "İngilizler kışkırttı" tezinin ötesinde bir cevap aradık bu soruya Abant'ta. Galiba işin özünde Osmanlı döneminde Kürtlerin yarı bağımsız bir konuma sahip olması yatıyordu. Osmanlı zamanında, Kürt beylikleri merkezi devlet kavramından çok uzak yaşadılar. İstanbul'a vergi ve asker vermediler. Batı Anadolu genelinden farklı olarak büyük ölçek topraklarda feodal ağalık düzenini korudular.
Peki neydi Osmanlı ile Kürtleri bir arada tutan şey? Bu soruya da cevap aradık Abant'ta. Ulusdevlet kurulmadan önce iki ana faktör vardı Osmanlı ile Kürtleri kader birliğine iten. Birincisi hilafet, yani İslamiyet idi. İkincisi ise özellikle 19 yüzyıl boyunca gittikçe artmakta olan Ermeni milliyetçiliği. Sultan Abdülhamit'in Kürtlere kurdurduğu Hamidiye alayları bu iki unsuru birden içeriyordu.
Peki 1925'te Seyh Said isyanına geldiğimizde manzara nasıldı? Hilafet kaldırılmış ve Ermeni tehdidi "yok" edilmişti . Vergi ve askerlik içeren, laik-milliyetçi-merkeziyetçi bir ulus-devlet düzeni gelmişti. Üstelik Kürtlerin gözünde bütün bu resmi uygulamalar hilafeti kurtarmak amacıyla girişilen bir ortak kurtuluş mücadelesi sonrası gerçekleşmekteydi. Şeyh Said'den başlayarak, 1938 Ağrı isyanına kadar giden Kürtİslam ayaklanmalarını biraz da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor galiba. Zaten bu iç dinamiklere bakınca "İngiliz kışkırtması" gibi basite indirgemeci açıklamalar anlamsızlaşıyor.

Çözüm var mı?
Peki bütün bunlar neden önemli? Çünkü bugün de PKK terörizmini sadece ve sadece dış mihraklara bağlayan komplocu bir zihniyet Türkiye geneline hakim . Suçlu kim? Bu sefer ABD, CIA, MOSSAD, Avrupa vesaire. Ya bu dış mihraklar suçlu bulunuyor ya da fakirlik ve eğitimsizlik gibi genel analizler yapılıyor. Neyse ki Abant Platformu'nda bu analizlerin ötesine gidildi. Kürt ve Türk aydınları cesur bir şekilde çözümün daha fazla demokrasi ve çok kültürlü yeni bir düzende olduğunu dile getirdi. Benim aklım ise Vera'da kalmıştı. Keşke o da bizimle olsaydı...