kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 4 Temmuz 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

Sezar ile Ziyad

Bir türlü geçmek bilmeyen yaz gribinin yüksek ateşiyle kabusa dönüşen düşlerimizde şu sıralar başrolleri iki tarihi şahsiyet paylaşıyor:
Rubicon ırmağını (Aslında dere) geçen Jül Sezar ile Cebelitarık'ı geçen Tarık Bin (Aslında "İbn") Ziyad.
Ve bu iki kahraman, hep gecenin bir vaktinde bizi terden sünger gibi sırılsıklam uyandırıyor.
Rubicon ırmağı, İtalya'nın kuzeyinde Apenin Dağları'nda doğar, doğuya, Adriyatik Denizi'ne akar. Ahımşahım bir akarsu değil; topu topu 29 kilometre! Üstelik günümüzde lağım çukuruna dönüşmüş durumda. (İnsanoğlu temiz akarsu, göl, deniz ve okyanus mu bıraktı ki?) Yazları da kuruyor zaten. (Yine insanoğlunun marifeti olan küresel ısınma yüzünden.)
Rubicon, Roma'nın özellikle cumhuriyet döneminde sınırdı. Irmağın aşağısı anavatandı. Roma yönetirdi. Yukarısı ve daha ötesi ise fethedilmiş topraklar, yani sömürgelerdi. Oraların yönetimi de atanan eyalet valilerine bırakılırdı.

"Alea jacta est"
Rubicon ırmağı sadece sınır değil, aynı zamanda tarihin ilk "Kırmızı Çizgi"siydi.
Komutanların, konsüllerin ve de silahlı güce sahip herkesin Senato izini olmadan Rubicon'u ordularıyla geçmeleri yasaktı. Darbeyle yönetime ele koymalarını önlemek için.
M.Ö. 49 yılında Sezar bu yasağı veya kırmızı çizgiyi çiğnedi. Bilerek. Meydan okuyarak.
Ondan 10 yıl önce iç savaşa son vermek için Gaius Julius Caesar, yani Sezar ile Gnaeus Magnus Pompeius ve Marcus Licinius Crassus'ten oluşan "Triumvira (Üçlü yönetim) oluşturulmuştu. Ama yürümemişti. Cumhuriyet can çekişiyordu. O sıralar Galya'daki isyanları bastırmaya çalışan Sezar çöküşe son vermek için 49 yılı başında ordularıyla Roma'ya yürüdü. 11 Ocak'ta Rubicon'a varınca tereddüt etti.
Günümüze yalnızca "Pharsalia" (İç savaş) adlı yapıtı ulaşmış olan Romalı bilge Marcus Annaeus Lucanius o anı şöyle anlatıyor: "Rubicon kıyısında şef vatanın dev hayaletinin gözleri önünde canlandığını gördü. Gecenin karanlığında eli bembeyaz saçlarına gitti. Diken gibi olmuşlardı. Ordusuna hıçkırıklarıyla kesilen şu konuşmayı yaptı: 'Askerler karar sizin; beni takip ederseniz, Roma'nın özgür yurttaşları olarak son nefesinize kadar mutlu bir yaşam sürersiniz.' Birliklerden heyecan dolu bir titreme yayıldı."
Tarihçi Caius Suetonius Tranquillus ise Sezar'ın yaşamını anlattığı eserinde şu öyküye yer veriyor: "Rubicon'a varınca Sezar durakladı. Tam o sırada yukarıdan işaret geldi. Birden olağanüstü cüsseli ve inanılmaz yakışıklı bir adam belirdi ve kavalını çalmaya başladı. Sonra o adam ırmağa doğru yürüdü ve kavalıyla bir marş çalarak öte kıyıya geçti. Sezar, 'Yürüyün arkadaşlar. Tanrıların bizi çağırdıkları yere gidiyoruz" diye haykırdı ve 'Alea jacta est' diye ekledi."
Bu Latince deyim, dilimize genellikle "Ok yaydan çıktı" diye çevriliyor. Kimileri ise, "Zarlar atıldı" uyarlamasını tercih ediyor. Ancak dilbilimcilere göre, "Alea jacta est" antik Yunanca'daki "Anerriftho Kubos"un Latince çevirisi olduğuna göre, doğrusu "Zarlar atılsın!" olmalı. Yani, "Ya herru, ya merru!"
Ve ırmağı geçen Sezar, Pompeius'u yenerek yıllarca süren iç savaşa son verdi, Senato onu alkışlar arasında "Diktatör" ilan etti. Yani, tek yetkili. Hakimi mutlak.

"Nereye kaçacaksınız?"
Senato'nun Sezar'a pes ettiği sahneyle kabustan uyanıyor, bir süre sonra yeniden dalınca, bu kez Tarık İbn Ziyad'la uğraşıyoruz. Azat edilmiş bir köle olan Ziyad, Sezar'dan yaklaşık 8 yüzyıl sonra, M.S. 711'de 10 bin kadar askeriyle İspanya'ya ayak basınca gemilerini yakmış ve ordusuna şöyle seslenmişti: "Ey askerler! Nereye kaçacaksınız? Arkanızda deniz, önünüzde düşman var. Savaşmaktan başka seçeneğiniz mi kaldı?"
Sonra -yüksek ateşin etkisiyle-düşlerimiz ya da kabuslarımız güncelleşiyor: Sezar ve Tarık İbn Ziyad, Ankara bulvarlarında dolaşıyorlar. Biri "Zarlar atıldı" diye haykırıyor, öbürü "Gemiler yakıldı!"
Kanter içinde uyanıyoruz.
Ürperiyoruz. Ve yatakta dikilip, sokak lambasından yansıyan ışığın yardımıyla sigara paketini ararken, Cumhuriyet'in ilk dönem şairlerinden Ahmet Kutsi Tecer'in ünlü şiirini mırıldanıyoruz: "Geceleri bir ses böler uykumu." Ah, şu grip bir geçse!