kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 26 Haziran 2008, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
SOLİ ÖZEL

Hukuk aramak

Dün geceki maçın sonucu her ne olduysa olsun bugün maç dışında yazı yazmak aslında buza yazı yazmakla bir sayılabilir. Finale hak kazandılarsa da kazanmadılarsa da Milli takım'ı kutlamak ve teşekkür etmek gerekir. Kendi başına bela açma ustası, tartışmalarını ortalığı kırıp dökmeden, toplumsal gerginliği azdırmadan yapamayan, psikolojik savaşlarla serseme döndürülmüş bir ülkenin halkına nefes alma imkanı sağladılar. Umut ve heyecan verdiler. İçinden geçilen bu belalı dönemde herkesin böylesi bir ferahlamaya, özgüven pompalamasına ihtiyacı olduğuna da şüphe yok.
Milli takım bu şekilde bir bakıma Türkiye'nin Avrupalılığının bir kez daha tescil edilmesini sağladı. Toplumun içinden dünya standartlarında iş yapanların sayısı artıkça tüm eksikliklerine, aksaklıklarına ve patolojilerine rağmen Türkiye'nin profili yükseliyor, varolan potansiyelini, eğer iyi yönetilebilirse hayata geçirebileceğine dair inanç artıyor. "Model"likten hazetmeyen ülke, bu turnuva sırasında başarılı bir ruhsal tedavi de görmüş gibi konuşmaya başlayan Fatih Terim'in isabetli saptamasıyla Gazze'den, Bosna'ya, Lübnan'a kadar Avrupa'dan şikayetçi olanların meşalesi sayılıyor.
Yazık ki Türkiye devleti ve onun kurumları toplumdan kaynaklanan bu olumlulukları besleyecek, bunlara derinlik kazandıracak zihniyete ve enerjiye sahip değiller. Onyıllar boyunca bu ülkenin devletinin toplumundan daha çağdaş, daha Batılı, daha iyi işleyen bir kurum olduğuna dair bir iddia hem içeriye hem dışarıya pompalandı. Toplum eğitimsiz, dışa kapalı, üretmeyen, verimsiz bir haldeyken bu illüzyonun kabul ettirilmesi zor değildi. Ancak denklemin toplum tarafı değişmeye başladıkça, ekonomisiyle, iletişim imkanlarının ilerlemesiyle ülke dünyaya açıldıkça devletin hantallığı, geriliği, çağa ayak uydurmakta zorlanması tabak gibi ortaya çıktı.

Çağdaş demokrasilerde...
Bunun son örneklerinden birisi, gene yargının tasarrufuyla gündeme geldi. Konu, 19 Aralık 2000 tarihinde ölüm oruçlarının sürdüğü 20 cezaevinde eşanlı yapılan, 30 hükümlünün ve 2 askerin ölümüyle sonuçlanan, ölümcül dozda gaz bombası kullanılan ve zamanın adalet bakanının hala "devletin egemenliğinin gerçekleşmesi bakımından yararlı olmuştur" diyebildiği "Hayata Dönüş" operasyonu ile ilgili bir davaydı. Bayrampaşa cezaevindeki operasyondan sonra hükümlülerin sevki sırasındaki davranışları nedeniyle 1460 asker hakkında açılan ve 11 değişik hakim tarafından görülen işkence davası zamanaşımından düştü. Operasyon sırasında kurşun ve gaz bombası atanlarla ilgili soruşturma ise valiliğin engellemeleri nedeniyle bir türlü sonuca bağlanıp dava aşamasına ulaşamıyor.
Kamuoyunun bu gelişmeyi umursadığını söylemek zor. Türkiye'de ateş yalnızca ve sadece düştüğü yeri yakar. Kendilerine doğrudan dokunmayan konularda Cumhuriyet'in vatandaşları ilke temelinde seslerini yükseltmezler. Böyle olunca da devlet vatandaşa karşı tutumunu değiştirmek gereği duymaz, adalet mekanizmasının 'devletin çıkarlarını' hukukun veya vatandaş hakkının önüne koyması olgusu süregider.
Çağdaş demokrasilerde ise yargı erkinin ve güvenlik güçlerinin işlerini bu zihniyetle yürütmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Genelde devletin "zararlı" unsurlara karşı davranışlarında kamuoyu muhafazakar reflekslerle devlete destek verir. Ancak bunun da nihayet kırılmaya başladığına dair göştergeler var. Metropoll şirketinin son araştırmasında polisin 1 Mayıs'taki tutumunu destekleyenler gerçi yüzde 45 ama, kamuoyunun yüzde 42'si de davranışı kınıyor. Yavaş da olsa kamuoyu ve genelde toplum devletin vatandaşa karşı demokratik devlet refleksleriyle davranmasını talep etme noktasına geliyor.