kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 15 Haziran 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Keneye ihtiyaç yoktu!

Binlerce pırıl pırıl "öğretmen adayı" bir kadro, olmadı bir sözleşme, bir ders, bir sınıf, cıvıl cıvıl çocuklar beklerken, orada bir "Hocam" minikleri mahzenlerde cezalandırıyor.
Çünkü eti onun.
Çünkü "Milli eğitim"den anladığı bu.
Çünkü çocuklar "Hocam"a emanet!
Tapular da "Müdüranım" ile "Müdürüm"e emanet.
Nasıl böyle cani yaratıklaşabiliyorsa insan, onların devlet mührü de cinayet:
Cinayet mülkün temelidir!
Kadastrocu, tapucu elemanların, çetedeki doktorların boynunda boyun bağı, ellerinde domuz bağı.
Dairede ava, arazide katliama çıkmışlar...
Defter defter öldürülecek yaşlıları, yalnızları işaretlemişler.
Korkma sönmez bu şafaklarda...
Lakin, birbirinden, bir ötekinden hep kork ey halkım.
Ne diyordu tersanecilerin başkanı:
Burası tekstil atölyesi değil, işçiler ölebileceklerini bilmeli!
Haksız...
Çünkü, işçiler tekstil atölyelerinde de öleceklerini, yanacaklarını, sigortasız, taşeron elinde boğulabileceklerini, Davutpaşa'larda kitle halinde kül olabileceklerini de bilmeli.
Haklı, çünkü işyeri böyle bir yer imiş meğer.
İşçiler, öleceklerini hep bilmeli!
Sürüneceklerini bilmeli, düşeceklerini, zehirleneceklerini, ezileceklerini bilmeli.
Kamyon kasalarında 12 yaşında, 14'ünde dereye dökülüp de mevsimlik köle iken dört mevsimlik ölü olacaklarını da bilmeli.
Bilmeliler ki, burası Türkiye, buradan çıkış yok!
Binlerce iyi insanı, emek, akıl, yürek harcayan, insaflı ve vicdanlı binlerceyi tenzih ederim tabii...
Okul biraz böyle bir şey işte; mahzen, dayak, ceza.
Mülk biraz böyle bir şey işte; domuz bağı, işkence, tehdit.
İşyeri biraz böyle bir şey işte; korku, tehlike, ölüm.
Sokak böyle bir şey işte; polisin, askerin bildiği katillerin ensene sıkıvermesi.
Lakin hangi ülkeden söz ediyoruz?
En büyük işadamının "Güney Kore'nin dikta ile kalkınması" na özeniverdiği yerden mi?
Neredeyse her odasından telekulak fışkıran devletinde pis bir iç savaşın azdığı, "militer devlet" cemaati ile "polis devleti" cemaati arasında ruhumuzun sıkıştığı yerden mi?
Diplomat olmuş, Anayasa Mahkemesi mertebesine erişmiş, ülkenin ve milletin fazlasıyla onurlandırdığı şahsiyetin, "izlenme kuşkusu" ile haklı infiali yanında, ikide bir komutanla buluşmaktan hiç utanıp sıkılmadığı, normal gördüğü ve bir de gözümüzün içine baka baka uyduruk bahane sıkabildiği, istifayı aklına bile getirmediği yerden mi?
Bunu bize yüksek yargı, bağımsız yargı diye yutturabildikleri yerden mi?
Bağımsız yargıyı silahların gölgesinde bırakmaktan sıkılmayanların, istifayı düşünemeyenlerin, onları görevden almaya cesaret edemeyenlerin sivil veya asker büyük adam olduğu yerden mi?
Onları görevden alacak, cepheden tavır alacak cesareti yokken, durmadan haber, foto, itibarsızlaştırma belgeleri yağdırıp sözde demokratik mücadele yaptığını iddia eden sinsilerin içimizi kaldırdığı yerden mi?
Onlarca işçisini cansız düşüren "infaz mahalli" patronlarından en ufak eleştiriyi sakınıp patron ayağına koşarak sağa sola "yargısız infaz yapmayın" diye horozlanan bakanların, bürokratların çekip gitmeyi asla düşünemediği yerden mi?
"15 milyon öğrenci tatile çıktı" denebilen, gencecik, çocuk bir ülke, neşeyle, coşkuyla, koşabilecekken, uçabilecekken, bu çocuklar için akıl ve gönül yorabilecekken, makamları, statüleri ve rütbeleriyle, masaları ve kasalarıyla, hırsları ve nefretleriyle "yalnız ve güzel ülkem"in ruhunu eme eme kurutanların cirit attığı yerden mi?
Aslında burada keneye ihtiyaç yoktu.
Ne var ki, kene uzun uzun baktı...
Tam bana göre bir cehennem burası, dedi.
En büyük kenelerin arasına hoş geldi!