kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 13 Haziran 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Demokrasimiz "Siyasi irade" ile "Milli irade" arasında kalmış...

Türk mutfağının en büyük özelliği farklı lezzetlerin tencere yemeklerinde bir araya gelip, yeni tatlar yaratmaları değil midir?
Yaz türlüsü, kış türlüsü gibi sebze ve et koalisyonlarından öteye, mesela patlıcanı beğendi yapıp tas kebabı veya piliçle birleştirmez miyiz?
Veya mutfak kültürleri "pirinç-bulgur" ve "zeytinyağı-tereyağı" diye farklı coğrafyaları simgelerken, bizde bütün bunlar aynı sofralarda yer almaz mı?
Ama Türk siyasetinde, her lezzetin ayrı ayrı sunulması, mutfak kültürümüze bir nevi meydan okuyor.
Örneğin ANKA'nın haberine göre, CHP'nin MKYK'sında konuşan Deniz Baykal "Basiretli siyasetçi siyasi iradeyi milli iradenin karşısına çıkarmaz" demiş.
Milli iradenin Kurtuluş Savaşı şartlarında ortaya çıkan irade olduğunu vurgulayan Baykal, siyasi iradenin sürekli değiştiğini hatırlatıp, "Milli irade, yani Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran irade değişmez" demiş...
"Din" ile "siyaset" i birbirine karıştırmamaya çalışırken, şimdi de "siyasi irade" ile "milli irade"yi birbirlerinden bakalım nasıl ayrı tutabileceğiz?
Yahudi inancındaki etli ile sütlünün birbirine karıştırılmamasına "Koşer" deniyor ya.
Bizde "siyasi irade" ile "milli irade"nin ayrı tutulmaları da herhalde böyle olacak.

Kazanana göre değişir
Ama kolay olmayacak.
Diyelim ki bir genel seçim yapıldı. Seçmen büyük çoğunlukla bir partiyi iktidara getirdi.
Eğer o parti CHP değilse bu, seçmenin sadece "siyasi iradesi"ni mi yansıtacak?
Neyse... Neyin milli neyin siyasi olduğu tartışması, demokrasimizin 50 yılını daha götürebilir.
Neticede biz böyleyiz işte... Avrupa şampiyonasında bizimkiler galip gelince "Milli Takım", yenilince de "Fatih Terim'in takımı" demiyor muyuz?
Bir de "önemli-önemsiz meseleler" ayrımındaki zorlanmalarımız var hep önümüzde.
Hani evliliklerini yarım yüzyıl başarı ile sürdüren çiftin erkeği, mutluluklarının sırrını şöyle açıklamış ya:
- Önemli sorunlarda kararı ben veririm. Petrol fiyatları ne olacak, Avrupa Birliği bizi içine alacak mı, ABD'de kim Başkan seçilecek... Bunlar önemli konulardır. Maaşımı nasıl harcayacağız, çocuklar hangi okula gidecek, yaz tatilini nerede geçireceğiz... Bu gibi önemsiz sorunlarda kararı karım verir.
Bizde böyle "önemsiz sorunlar", siyasetin gündemine pek girmez.
Venedik'ten uçakla 3.5 saatte İstanbul'a geldim. Yeşilköy Atatürk Havalimanı'ndan Anadoluhisarı'ndaki evime 4.5 saatte gidebildim. Fatih Köprüsü'nde yol çalışması varmış.
Kimse kalkıp, AK Parti iktidarına "Altı yıldır iktidarsınız. 12 yıldır da İstanbul Belediyesi sizin kadrolarınızın elinde. Neden bir köprü daha yapamadınız" diye sormaz ki.
Bu önemsiz bir konudur çünkü.
Biz gazeteciler de bu ortamın dışında kalamayız doğal olarak.

Kim ne yiyor acaba?
Bundan 20-25 gün önce her gazete köşesi, Can Paker'in Otağtepe'deki evinde yenilen akşam yemeği üzerinde çeşitlemeler yapıyordu. Dün baktım bu defa da, Faruk Loğoğlu'nun Ankara'daki yemek davetinde nelerin konuşulduğu üzerinde çeşitlemeler vardı gazete köşelerinde.
Oysa kimlerin ne yediği, her gün her vesile ile ortada.
Siyasi irade ile milli irade birbirini kamuoyu önünde yemeye çalışmıyor mu?
Bu "önemsiz meseleler" konusunda farklı bir örneği CHP'nin MKYK'sının verdiğini de söylemeliyim.
Buna göre CHP'nin Şanlıurfa gezisinde Gençlik Kolları Genel Sekreteri Ersin Çıldır'ın yaşamını yitirmesine neden olan kazanın tekrarlanmaması için CHP seçim otobüsünde tavana çıkan merdiven, otomatik hale dönüştürülecek ve kontrolü doğrudan araç şoförüne bağlanacakmış...
CHP'de "tavana çıkmak" yetkisinin Baykal'ın elinden alınıp otobüs şoförüne verilmesi, bir anlamda siyasi iradenin milli iradeye ağır basması anlamına gelmiyor mu?