kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 13 Haziran 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Arato ve Baykal'ın 'başarısı'

Derslerde, Jean Cohen'le birlikte yazdığı "Sivil Toplum" başlıklı kalın ama çok güzel kitabını okuttuğumuz Andrew Arato, Türkiye'ye geldi ve dünkü Milliyet'te Devrim Sevimay'ın sorularına çok çarpıcı yanıtlar verdi.

Arato'nun Yüksek Mahkeme dersi
Bizim üstünde tartıştığımız "Anayasa Mahkemesi'nin son kararı vermeye hakkı var mıdır?" sorusunu bir anayasa hukukçusu olarak çok ilginç bir biçimde değerlendiriyor. "Vardır" diyor. "Yüksek Mahkeme anayasal denetim sürecinin kuvvetli bir parçası olmalıdır" diyor. Arato, Alman Yüksek Mahkemesi'nin bir kararından hareket ederek "değiştirilemez maddelerle ilgili yetkiyi ben icra ederim" diyebileceğini öne sürüyor. Sonra, "Mahkeme yasamanın partneridir" diyor. Ve nihayet son iptal kararı bağlamında çok çarpıcı bir noktaya değiniyor: "Teknik olarak yanlış bir kararla da olsa yetki alanlarını tamamen demokrasi adına genişletmiş olabilirler. Mahkeme semi(yarı)otoriter, semidemokratik olmak yerine eğer şimdi diyorsa ki, 'Ben artık otoriter tarafımı bir yana bırakıyorum, anayasal tarafımı öne çıkarıyorum' bu tüm sisteme oksijen verir ve Türk demokrasisini yukarı çıkarır." Mahkemenin bu noktaya erişmesinin bir tek şartı var, Arato'ya göre: AKP'yi kapatmamak!

Türban, hoşgörü ve demokrasi
Arato'nun görüşlerinin ikinci bölümünü AKP konusu oluşturuyor. "Evet, AKP konsensüs yolunu görmezden geldi" diyor. Bundan sonrasını düşünürken "Mahkemenin yetkilerini kısıtlayan bir anayasa değişikliğine asla gitmemeli" diyor. "Türbanı bir süre unutmalı, toplumun desteğini alarak yeni bir anayasa hazırlamalı" diyor.
Arato'nun görüşlerinin üçüncü bölümünü ise türbanlılar meydana getiriyor. "Galiba ben biraz kalpsizim" dedikten sonra şu tespitte bulunuyor: "Benim şimdi düşündüğüm şey Türk demokrasisi. O gerçekten şu anda büyük bir tehditle karşı karşıya. Ülkenin bu kadar kutuplaşmadığı farklı bir dönemine kadar bence onlar da önceliği buna vermeli."
Arato hocanın "derslerinden", o teknik tartışmaları bir yana bırakırsak, çıkacak çok önemli bir sonuç var. Arato, Türkiye'de demokrasinin sınırlarının veya sınır şartlarının epey zorlandığı kanısında. Nedir bu sınır diyecek olursanız, onun yanıtı belli: uzlaşma.
AKP'nin son anayasa değişiklikleriyle ve genel tutumuyla bu hududu aştığını açıkça belirtiyor. En azından o yönde bir izlenim uyandığını ve Anayasa Mahkemesi'nin de bu "tehlike algısı" ile hareket ettiğini belirtiyor.

Uzlaşma, peki, nasıl olacak?
Bu soru tabii ki, çok hassas. 2007'den bu yana sürekli olarak dile getirdiğim iki şey var. Birincisi, AKP'nin seçim sonrasında tam manasıyla bir "kötü yönetim" örneği ortaya koyup demokratik soğukkanlılığı elinden kaçırdığı, ikincisi, Türkiye'deki "tehdit" veya "tehlike" algılaması. Ne şeriatçı bir partidir AKP ne de radikal İslamcı bana göre. Ama bu, toplumun AKP'nin kendi yaptırdığı araştırmalarda da % 45'inin "korku" duyduğunu dile getirmesini engellemiyor. İşte, bu büyüklükte bir korkunun hakim olduğu bir toplumda hele bir de demokratik soğukkanlılık elden kaçırılmışsa sonucun Arato'nun defalarca altını çizdiği "daha büyük tehlike"ye dönüşmesi engellenemez.
Şimdi gelelim, "kedinin insafı" meselesine. AKP böyle de CHP bunun dışında mı? Hayır, tam tersine, o da bütün bu sürecin en önemli kurucu unsurlarından birisi. Demokratik soğukkanlılık AKP'de yoksa CHP'de hiç yok. Tam tersine müthiş sert bir muhalefetle AKP'yi "tuzağa düşüren" ve onun sertleşmesine yol açan parti CHP'dir. Baykal bu nedenle kabul edelim ki, büyük bir başarı göstermiş, AKP'yi kışkırtmıştır. AKP'nin büyük hatası budur: kendisine kurulan oyunu görmezden gelmesi, daha yüksek bir demokratik bilinçle hareket etmemesi, bunu yapabilecek toplumsal koalisyon unsurlarını kırması, yok etmesi, yanından uzaklaştırması.
Anladık Baykal'ınki Pirüs zaferi de, AKP'nin durumuna ne demeli?