kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 6 Haziran 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Cuma Sabah 
ATİLLA DORSAY

Nakıp Ali'nin ruhu şad oldu

Nakıp Ali, 1924 yılında Gaziantep'te bir sinematek açmış ve klasik filmler göstermiş ilk kişiydi. Şimdi onun adıyla kültürel bir hazine olan bu şehirde yedi salonluk bir sinema açıldı.
Geçen hafta sonunu Gaziantep'te geçiren talihli gazetecilerden biriyim. Talihli, çünkü çok uzun zamandır gitmediğim bir Anadolu kentini tüm güzelliği, gelişme ve kalkınma hızı ve üstüne üstlük inanılmaz tarihsel ve arkeolojik zenginlikleri içinde görebildim. Yediğimiz güzel yemekler de cabası! Birçok ekonomi yazarı ve bir avuç sanat yazarıyla katıldığımız gezinin ana amacı, Fiba Holding ve yönetim kurulu başkanı, tanınmış işadamı Hüsnü Özyeğin'in yaptığı çok ilginç bir yatırımın açılışına katılmaktı. Bu, bir sinema yatırımıydı: M1 Alışveriş Merkezi'nin içinde, toplam bin 300 kişiye seslenen yedi salonun açılış töreni... En güzel yanı, sinemaların Nakıp Ali adını taşımasıydı; yani özellikle Ülkü Tamer'in yazıları sayesinde tanıdığımız, gerçekten yaşamış bu sıradışı Anteplinin adı. Onu anlatmak için bir kitap ister, ama çok özetle daha 1924 yılında Anadolu'da İstanbul'dan sonra ilk sinema salonunu açtığı Gaziantep'e sinema sevgisini getiren, birkaç kuşağı eğiten, Ülkü Tamer, ikisi de rahmetli olan Onat Kutlar ve Orhan Barlas başta birçok yazarımızı sinemaya çeken, tek bir insanın koca bir kentte neler yapabileceğini gösteren olağanüstü bir kişilik... Onu önce çok güzel bir belgeselde tanıdık, sonra salonları açtık ve birlikte oturup film izledik. Galası yapılan üç filmden ikisi sinema tarihinden geliyordu: Jean-Luc Godard'ın Serseri Aşıklar ve Lütfi Akad'ın Düğün filmleri. Çünkü Nakıp Ali aynı zamanda Antep'te (İstanbul'dan da önce!) bir sinematek (daha doğrusu sanat sineması) açmış ve klasik filmler göstermiş ilk kişiydi. Doğrusu çok güzel bir geceydi. Anadolu'nun bağrında böylesine büyük bir kültür yatırımını gerçekleştiren sanat tutkunu Özyeğin'e içtenlikle teşekkür etmeliyiz.

BİR DÜNYA HARİKASI:
Zeugma Gaziantep gerçek bir hazine. Ve de talihli bir kent; öylesine iyi yöneticileri ve işadamları var ki... Belediye Başkanı Asım Güzelbey, eski ve efsanevi başkan Celal Doğan'ı nerdeyse aratmayan bir idareci. Bize laptop'unda kültürel yatırımları, özellikle de müzeleri gösterirken öylesine heyecanlı ki... Ekonomik açıdan tam bir Anadolu Kaplanı olan bu kentteki kültürel birikimi mutlaka değerlendirme gereğine, Antep'i dünyaya yalnızca ihracatıyla değil, kültürüyle de açmak zorunluluğuna inanmış. Ve bu yolda her şeyi yapıyor. Eski taş binaların veya hamamların (hem de AB katkısıyla) onarımına, kalenin heybetine, park ve meydanlara hayran oluyoruz. Ama sosyal çabaları da ihmal etmiyor: Sokak çocuklarına eğitimle beceri vererek, topluma kazandırmak gibi... Ama illa da Zeugma mozaikleri... Eski kültür merkezinin bir bölümü hızla müzeye dönüştürülmüş. Duvarlarda dev mozaik panolar; yüzyılların ötesinden, Roma çağından tüm canlı renkleri ve başdöndüren güzellikleriyle hayata dönen... Hele o kentin simgesi haline gelen 'çingene kızı' mozaiği... Size artık yakından gülümsüyor ve bu kentte üst üste gelmiş uygarlıkların sanki özetini sunuyor. Asıl Zeugma ise yarısı Birecik Barajı'nın suları altında kalmış, öbür yarısı ise henüz kazılmamış, toprak altındaki kalıntılardan oluşuyor. Yani pek bir şey göremiyorsunuz, ama ayaklarınızın altında yatan hazineler size heyecan veriyor. Yapılacak o kadar çok şey var ki burada... Tarih, arkeoloji ve sanat sanki sizi çağırıyor. Tasarlanan beş müzeden biri olan yeni Zeugma Müzesi'nin maketleri ise görkemli. Çok değerli arkeolog dostum Nezih Başgelen'in rehberliği sayesinde keşfettiğimiz bu saklı tarih, Antep'e parlak bir gelecek vaat ediyor, geçmişin hazineleri üzerine kurulacak bir gelecek...

ANTEP'İN ÇARŞILARI...
Antep'in çarşısını hep duyardım. Beni düşkırıklığına uğratmadı. Birkaç sokak boyunca uzanan gölgeli yollarda yatan emeğe ve sanatsal üretim çabasına hayran oldum. Bakırcılar Çarşısı'ndaki Halil Ticaret'ten aldığım bakırları şimdi evimde keyifle seyrediyorum. Turan Efendioğlu'nun Murat Gıda'sı ise tüm 'gurme' yanlarımı canlandırdı. Zahter dedikleri bir tür kekik, hem çay olarak içiliyor hem de et ve tavuğa konabiliyor. Baklavadan ve özellikte fıstık ezmesindense söz bile etmeyeyim! Biliyorum, hiçbir besin rejimine uymuyor bu yiyecekler, ama öylesine lezzetli ve de davetkarlar ki... Çarşının hayli eskilerinden olan Turan Bey'in adı, yakın zamanda hazırlanan bir Gaziantep Mutfağı kitabında da geçiyor. Ama besni üzümü, çeşitli pestiller ve cevizli sucuklar, yörenin ünlü nar ekşisi, ev salçası, türlü-çeşitli baharat. Ve de kilolarca ünlü Antep fıstığı. Ayrıca onarılan hanları gezip görmek de çok keyifli. Örneğin tarihsel Tütün Han'ı onarmışlar ve içine çok şık bir turistik kahve oturtmuşlar. Bunun gibi birçok örnek daha var. Ve elbette kebaplar. Çarşının ünlü Çağdaş İmam lokantasında bir yemek yemeyen, çok şey kaçırır. Burdaki yemek bir Roma şölenine benziyor: Hem yenenlerin bolluğu, hem de süresi açısından... Kebap çeşitlerinin biri gidiyor, öbürü geliyor. Bir de efsanevi Fırat'ın kıyısındaki Kıyı Restoran'da yiyoruz, karşımızda yine eski bir kalenin dibindeki çok sevimli Birecik kasabası olduğu halde... Ve Antep'e dönerken yine çok yeşil, çok bakımlı gözüken Nizip'ten geçiyoruz. Ve tüm bu yemek şölenleri sırasında, ben sevgili Onat Kutlar'ı hatırlıyorum. Onun sinema kadar bu kente de olan düşkünlüğünü, İstanbul'da birlikte jüri olarak katıldığımız birçok Antep mutfağı yemek yarışmasını... Gaziantep'te olup da Onat'ı anmamak mümkün değil ki! Bu kentin, onu ve kültürünü anlatmış tüm bu yazarlara karşı ödenmesi zor bir gönül borcu var.