kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 5 Haziran 2008, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Böyle başa böyle kulak

Büyük Meclis çalışıyor...
Şimdi "dinlemeler" üstünde.
Hem soruşturacak hem araştıracaklar. "Kanun dışı dinleme var mı" diye.
"İlgili birimler", olur a, kendilerine sorulursa ve cevap verme nezaketini gösterirlerse, diyecekler ki, "şu şu için bu bu gereklidir".
Nokta!
Önce bir ayrım yapmalı:
"Mahkeme kararı ile dinleme" bir mahkemede kanıt sayılabilmesi için önemli.
Ama "dinleme" için ille mahkeme kararı gerekmiyor ki. Amir emri dahi yetebiliyor.
"Önleme dinlemesi" sayesinde izleme, dinleme, kayda alma, sonra bu kayıtlar ille mahkemede kullanılacak diye bir şey yok, başka biçimlerde kullanma, sızdırma... hepsi mümkün.
Ayrıca, vallahi "içeriden" anlatanların yalancısı oluyor insan, çok sayıda mahkeme kararına isimsiz numara iliştirildiğinden de söz ediliyor.
Yani dinlenmesi için karar çıkartılan kişinin "irtibatta olduğu, aradığının varsayıldığı" isimsiz numaralar.
Bunların bir kısmı ise aslında o kişiyle alakasız, ama başka dinleme arzularıyla bağlantılı, araya sıkıştırılmış, karara sokuşturulmuş olabiliyor.
Ana fikir şu
Burası hukuk devleti değil!
Hukuk devleti ille kanun devleti değil.
Hukuk devleti, vatandaşın hukukunun, hakkının teslimi ve korunması, seçilmişlerin işte esas o yüzden seçilmiş olduklarının varsayılmasıdır...
Ki burada da hukuk devleti sadece varsayım. Varsayalım ama sayamıyoruz.
Bakın neden sonra, kim bilir nelerden sonra, Yargıtay Ceza Dairesi genelleşmiş telefon dinleme izinlerine bir iptal kararı çıkartıyor. Peki bugüne kadarki hukuksuzluğun hesabını kim verecek?
Burada göz göre göre işlenmiş bir cinayetin etrafında, "Dink suikastı" tablosunda onlarca devlet görevlisinin de parmak izleri bulaşmış.
Siyasiler var zaten de, polisler, askerler...
Hukuk devleti öncelikle bu parmak izlerine isyanın adıdır.
Bizde ise, parmakları izlemenin değil gizlemenin takma adı.
Ama bunlar için toplumda da bir mutabakat oluşması lazım.
Cinayetin, kahpeliğin, pusunun, tuzağın, katlin ve katilin kimlerden olduğuna, kime karşı olduğuna değil, ne yaptığına bakılması lazım.
Mutabık olmayan toplumun hukuk devleti de münafık oluyor.
"Güvenlik görevlileri"nin zanlı (katil) gençle neşeli pozları filan zaten bir tuhaf da...
İlgili şahısların devletteki yerinin, makamının, üniformasının, rütbesinin bu yüzden hiç sarsılmaması daha tuhaf.
Bir suikastın tüm hazırlık safhası sırasında, en önemli aktörlerden birini başka bir eylem yüzünden yakalamış olan, izlemiş, çözmüş olması gerekirken kullanmış olan bir Emniyet Müdürü'nün, o günden beri Emniyet istihbaratının başında olması ve kalması da ilginç.
Meclis dinlemeleri araştırıp soruşturacak şimdi.
Diyecekler ki, "Terörle, şunla, bunla mücadele için gereklidir".
Oysa 70 milyonluk bir ses olabilmeliydi bu memlekette:
Ulan biz hepimiz terörist miyiz, hepimiz katil adayı, hepimiz zanlı mıyız, ne dinliyorsunuz bizi, diye.
Madem herkesi dinliyordunuz, elinizdeki adamların katil olmasını, suikast kotarmasını, katliam yapmasını, bütün bunlardan önce polis, asker kişilerle konuşabilmesini, cinayete çeyrek kala dahi onca telefon görüşmesi yapmasını nasıl atladınız, diye!
Diyemiyoruz...
Çünkü biz, hakiki ilke, hakiki tutarlılık, hakiki hukuk, hakiki demokrasi, hakiki cumhuriyet, hakiki adalet, hakiki vatandaşlık, hakiki insanlık tedrisatından pek geçmedik herhalde.
Geçemedik ve aramızdan bazıları da, milletvekili oldu, bürokrat oldu, polis oldu, asker oldu, istihbaratçı oldu, hukukçu oldu, gazeteci oldu.
Öyle oldu.