kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 5 Haziran 2008, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
EMRE AKÖZ

'Kara sayfa' endişesi

Bugünden itibaren kısa bir tatile çıkıyorum. Bir yerde kalmayıp hareket halinde olacağımız için, 15 Haziran'a kadar aralıklarla yazacağım.
Ne zaman tatile çıksam, ülkede hararetle tartışılan olaylar meydana geliyor.
Mesela bugün (Perşembe), eğer bir aksilik olmazsa, Anayasa Mahkemesi'nin, CHP'nin başvurusunu ele alması bekleniyor.
Bir süre önce Meclis, Anayasa'nın 10'uncu ve 42'nci maddelerini değiştirmişti.
Üniversitede türbana serbestlik sağlamayı öngören bu maddeler, 411 oy gibi az rastlanan bir çoğunlukla geçmişti.
CHP ise "laikliğe aykırıdır" diyerek (başka ne diyecek ki!), Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) bu iki madde değişikliğini "yok hükmünde" saymasını istiyor.
Eğer Anayasa'da yazdığı gibi demokratik ve laik bir hukuk devleti olsaydık, AYM'nin vereceği karar hiç önemli olmazdı; ben de sakin, huzurlu bir tatil yapardım.
Niye böyle olurdu?
Cevabı kolay: AYM'nin, Anayasa değişikliklerinin içeriğini inceleme hakkı yok. Sadece biçimsel açıdan olayı ele alıyor; değişiklik yapılırken kurallara uyulup uyulmadığına bakıyor.
Futboldaki "hakem hatası" ile "kural hatası" farkına benziyor bu durum.
"Hakem hatası" hemen her maçta meydana geliyor. Mesela hakem, topun kale çizgisini geçtiğini görmediği için, A takımının golü vermeyebiliyor, maç 0-0 bitiyor.
Maçtan sonra hiçbir otoritenin, "Ama o pozisyon goldü, dolayısıyla A takımı maçı 1-0 kazandı" deme hakkı yok. Hakemin takdiri, tartışılsa da, sineye çekiliyor.
"Kural hatası" ise bambaşka bir durum: Diyelim ki maç bir kalenin üst direği olmadan oynanmış. Hakemin "Canım ne olacak, karşılaşma berabere bitti" deme hakkı bulunmuyor. İşin içine Merkez Hakem Kurulu ve Futbol Federasyonu filan giriyor. Maç tekrarlanıyor.
Benzeri bir biçimde, AYM de Anayasa değişikliklerini ancak "kural hatası" açısından inceleyebiliyor; Meclis'in yasama yetkisine (bu da "hakemin takdiri" oluyor) ise karışamıyor.
Ama bu dediğim, tekrar ediyorum, "demokratik ve laik hukuk devletlerinde" geçerli.
Bizde ise çeşitli kurumlar "yetki alanlarını" yasal boşluklardan yararlanarak "genişletme" eğiliminde.
Bunun son örneğini Yargıtay Başkanlar Kurulu Bildirisinde apaçık gördük.
Bildiri bir yandan Yasama'nın yani Meclis'in yetkisine karışmaya kalkışıyor ama bunu yapamadığı için, AYM'ye "Öyle bir karar ver ki değişen maddeler uygulanamasın" mesajını veriyordu.
Bildiriye imza atan kişilerin birer "yargıç" olduğunu hatırlarsanız; nasıl da katmerli bir tuhaflıkla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlarsanız.
"Kararı şu biçimde ver" diyorlar ama ne kendilerinin bunu söylemeye yetkisi var, ne de hitap ettikleri kurumun o kararı alma yetkisi!
İnanılmaz bir aritmetik işlemi bu: Sıfır yetki çarpı sıfır yetki eşittir tam yetki.
Bitmedi: İmzayı atanlar, hukuk alanında uzman oldukları için o aritmetik işleminin mantıken böyle bir sonuç veremeyeceğini sizden benden daha iyi biliyor. Ama yapıyorlar işte.
Dahası da var: Türk yargı tarihi, olmayan yetkilerin bir güzel kullanıldığını gösteren örneklere sahip.
Birçok ciddi hukuk hocası, yargı tarihinin o nadide yapraklarına, "Kara Sayfa" diyor.
Ya o bronzlaşmış sayfalara bir yenisi eklenirse? İşte tatile, bu derin endişeyle çıkıyorum. Görüşürüz.