kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 4 Haziran 2008, Çarşamba
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

4.5 yıl sonra

Yaklaşık 4.5 yıl sonra Gül'le yeniden Japonya'dayız. İki gezi arasındaki zaman diliminde pek de farkına varmadığımız değişimi düşününce veya anımsamaya çalışınca, ürpermemek mümkün değil.
Abdullah Gül, 2003 Aralık'ındaki Japonya ziyaretimizde Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı'ydı. Yani henüz bir yıllık olan hükümetin iki numaralı ismi. Bu geziye ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin zirvesinde, Cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişi olarak çıkıyor. ( Fırsatını bulursak soracağız; "İlk gezinizde, ikincisini Cumhurbaşkanı olarak yapacağınız aklınıza gelir miydi? Veya daha o tarihte kendinize böyle bir hedef koymuş muydunuz?" Yanıtlarsa elbette size aktaracağız. )
Aradan geçen 4.5 yılda değişim yalnızca Gül'ün konumuyla sınırlı kalmadı.
Örneğin o gezimizde bizi havaalanında karşılayan Tokyo Büyükelçimiz Solmaz Ünaydın'dı. Cumhuriyet tarihinin Filiz Dinçmen'den sonra ikinci kadın büyükelçisi. Ve eşinin ciddi rahatsızlığına rağmen görevini hiç kusursuz götürüyordu.
Siz bu satırları okurken biz Tokyo'da yeni Büyükelçimiz Sermet Atacancı'yla tokalaşacağız. Ünaydın'ın halefi. Ama aynı zamanda Cumhurbaşkanı Gül'ün selefi Ahmet Necdet Sezer'in başdanışmanı. Sezer öylesine ısınmıştı ki Atacanlı'ya, Tokyo'ya atandığında özel aracıyla Esenboğa Havaalanı'na kadar götürüp apronda vedalaşmıştı.
Geçen 4.5 yılda sadece Türkiye'nin değil, Japonya'nın tablosu da değişti.
2003 Aralık'ında lapa lapa kar altında olan Tokyo'ya ayak bastığımızda, Japon hükümetinin başında Jun'ichiro Koizumi vardı. Ve ilk dönemi olduğu için çiçeği burnunda Başbakan olarak söz ediliyordu. Bizim ziyaretimizden sonra 3 yıl daha koltuğunda oturdu. Sonra kendi iradesiyle kalkıverdi; "Bu kadar yeter" diye. Ardında hiçbir leke bırakmadan. Yerine Shinzö Abe geldi. Sadece bir yıl tutunabildi. Ardında yığınla skandal bırakarak çekip gitti. Şimdi Japonya Başbakanlığı bayrağını Yasuo Fukuda taşıyor. İlk gezimizde Başbakan Koizumi'nin sekreterliği ve hükümet sözcülüğü görevini yürütmekte olan, aileden politikacı (Babası Takeo Fukuda 1976-1978 yıllarında başbakanlık yaptı) Yasuo Fukuda, Tokyo'ya uçtuğumuz saatlerde Japonya'nın ev sahipliğini yapacağı G-8 zirvesinin hazırlıkları için Avrupa'yı dolaşıyordu.
İki ziyaretimiz arasında Japonya'da yalnızca kabinelerin biri gidip diğerleri gelmiş olsa, öpüp başımıza koyacağız. Ama -en azından bizim açımızdan-daha acıtıcı nöbet değişimleri var. Örneğin ilk gezimizde tutku derecesinde sevdiğimiz Japonlar'ın ulusal sporu "Sumo" güreşinde "Yokozuna" (Şampiyonlar şampiyonu) unvanını Akinori Asashöryü (Adı "Sabahın mavi ejderhası" anlamına geliyor) taşıyordu. Şimdi tahtı kendisi gibi Moğol kökenli olan Hakuho Shö ile paylaşıyor.

Göründüğü gibi olmak
Bu kadar Japonya nostaljisi yeter; gene ülkemize dönelim. İlk gezimizde Gül'ün kulağımıza fısıldadıkları Türkiye'de günlerce gündemin baş sırasına oturmuştu: "Partinin kuruluş günlerinde Ali'nin (Babacan) babasına bizzat gittim. Kız ister gibi, 'Ali'yi bize vereceksin' dedim."
Eklemişti: "Anadolu'daki hava seçimleri (3 Kasım 2002 seçimleri) büyük farkla kazanacağımızı gösteriyordu. Batı dünyasını da iktidarımıza hazırlamak için Babacan'ı birkaç arkadaşımızla birlikte roadshow'a (Bir projenin tanıtılması için çıkılan gezi) gönderdik. Çok faydalı oldu. Dünya AK Parti'nin farkını anladı."
Nereden nereye... Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Babacan bugün AB Ortaklık Konseyi'nde en azından haddini aşan yorumu yüzünden (Hatırlayacaksınız; "Türkiye'de sadece azınlıkların değil, Müslüman eziciçoğunluğun da dini vecibelerini yerine getirmekte zaman zaman sorunlarla karşılaştıklarını" iddia etti), kötümserlik ve belirsizlik uçurumunun eşiğindeki Türkiye'nin üstüne yeni kara bulutlar inmesine yol açtı.
Oysa ne karamsarlık kaderimizdi, ne de belirsizlik. Gül'ün yine o ilk gezide bize anlattığı ilkelere bağlı kalınsaydı. Söz 2004 Mart'ında yapılacak yerel seçimlerden açılınca şöyle demişti:
"Bazı tanıdıklarımız geliyor; bakıyorum, 20 yıldır taşıdığı sakalını kesmiş. Gerçi sakal sevmem ama onlara kızıyorum. Koltuk için kişiliğiyle bütünleşmiş bir özelliğinden vazgeçen, yarın o hırsla kimbilir ne tavizler verir. İnsan ya olduğu gibi görünmeli, ya da göründüğü gibi olmalı."
Zaten geçen 4.5 yılda asıl sorunun da bu olduğu ortaya çıkmadı mı?