kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 1 Haziran 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
EMRE AKÖZ

Kurdun davetine köpekle gidilir!

Râm, dilimize Farsçadan girmiş bir sıfat. " İtaatli, teslim olmuş, kendini birinin eline bırakmış " demek.
Gündelik konuşmalarda fazla kullanılmayan bu kelimeyi son günlerde sıkça duyduk."
Önce AKP Genel Başkan Vekili Dengir Mir Mehmet Fırat, " Herkes ama herkes milli iradeye râm olmak durumundadır " dedi.
Bunun üzerine CHP Başkanı Deniz Baykal cevap verdi: "Demokrasilerde iktidar, hukuka râm olur. "
Dikkat ederseniz yaşamakta olduğumuz şu siyasi kriz döneminde herkes 'doğru' laflar ediyor.
Ancak bu doğru sözler, bize 'gerçekliğin' ya da 'olması gerekenin' bir bölümünü anlatıyor.
Milli iradeye "râm olmak", muhalefetin varlığını ya da azınlığın haklarını yok saymak anlamına gelmiyor.
Çünkü milli iradenin şekillendiği yer olan Meclis tek parçadan ibaret değil. İktidar ve muhalefet partileriyle bir çeşitlilik yani çok parçalılık arz ediyor.
Çağdaş demokrasilerde iktidarın, hukuka râm olması, yani her karar ve eyleminin hukukun çizdiği çerçeve içinde gerçekleşmesi gerekiyor.
Öte yandan şunu da biliyoruz: İş siyasi konulara geldi mi, bazı hukukçular ( yargıçlar ve savcılar ), hukuka takla attırarak, kelime oyunlarına başvurarak istediklerini yapıyor.
O zaman da " hukuka râm etmek ", dönüp dolaşıp " bağımsız ama taraflı hukukçulara boyun eğmek " gibi bir anlama geliyor ki adaletin böyle sağlanması imkansız.
Yani kendi başlarına ele alındıklarında doğru olan bu laflar, pratikte yanlış bir sisteme tekabül ediyor.
Bir örnekle konuyu açalım:
Yargıtay Başsavcısı, kapatma davasıyla ilgili esasa ilişkin mütalaasını Anayasa Mahkemesi'ne sundu.
Tahmin edildiği gibi iddianamesinde yer alanlardan farklı fikirler ileriye sürmüyor Başsavcı.
Mesela, özetle, şöyle demekte:
" Suç niteliği taşımayan eylemler ile suç olmaktan çıkarılan fiiller, partiler için yasak olma niteliğini sürdürebilir. "
Nasıl yani?
Bir başka yazıda, bu tip bir mantık yürütmenin absürd mizahı andırdığını belirtmiştim:
" Her ne kadar suç olmasa da, suç kadar suça benzeyen bu fiillerin suç olduğu muhakkaktır. "
Böyle bir zihniyete, hukukun bu biçimde yorumlanmasına kim râm olmak ister?
" 367 gereklidir " kararı çıktığında, hele gerekçesi açıklandığında, Anayasa hukukçuları saçını başını yolmuştu.
O karar, " adil bir hukuk kararı " mıydı, yoksa " taraflı bir hukukçu kararı " mı?
Bazı hukukçular, gayet saf bir biçimde, yasaların kötü ve eksik yazıldığını, bu yüzden de partilerin sık sık kapatıldığını söyler.
Onlara göre yasalar daha iyi, daha net bir üslupla kaleme alınsa, demokrasi karşıtı kararlar verilmez. Yani onlara göre olay bir dil sorunundan ibaret.
Tabii ben böyle düşünmüyorum. Bana göre bir zihniyet kadrolaşması ile karşı karşıyayız.
Dolayısıyla yasalar ne derse desin, daima açık bir nokta bulunarak, hukuk postuna bürünmüş siyasetin amacına ulaşması sağlanacaktır.
Bana inanmıyorsanız, Anayasa Hukuku Profesörü Kemal Gözler'in 'Türkiye Günlüğü' dergisinin son (93) sayısında çıkan, " Parti Kapatmaya Karşı Anayasa Değişikliği Çözüm mü? " başlıklı yazısını okuyun.
Bir yıldır size burada gazeteci kelimeleriyle anlatmaya çalıştığım meseleyi, Kemal Hoca hukuk kelimeleriyle dile getiriyor.
Özetle: "Değiştirin" diyor Gözler, "ama yasayı değil, onu uygulayan antidemokratik zihniyeti değiştirin. Başka çareniz yok!"