kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 20 Mayıs 2008, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

"Oh" dedirtecek formül

Kapatma davasında Anayasa Mahkemesi'nden "Oh" dedirtecek bir karar veya içtihat umut eden Meclis Başkanı Köksal Toptan dün aydınları, Anayasa hukukçularını ve siyaset bilimcilerini de bu dileğine destek vermeye çağırdı.
Aslında davanın açılmasından bu yana AK Parti'ye gerek içerden, gerekse dışardan çözüm önerileri, formüller yağıyor.
Kimi iyi niyetli, kimi ütopik. Kimi yargıya saygılı, kimi pervasız. Kimi kapatma kararı çıkmasına, kimi ise çıkmamasına dayalı. Ve de bu öneriler "Hemen erken seçim"den "Hemen yeni parti"ye kadar çok geniş bir yelpazeye yayılıyor.
Biz dava nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bugünkü iktidar kadrolarının en az 5 yıl daha Türkiye'yi yönetmeye devam edeceği varsayımından hareket edip, yeni dönemdeki yol haritasına katkıda bulunmak amacıyla bir tespit yapmak istiyoruz.
Önce bir gerçeğin altını çizelim: Kapatma davası üniversitelerde türban serbestisiyle ilgili anayasal düzenleme nedeniyle açılmadı. Belki davayı tetikledi ama asla tek etken olmadı. Bize göre, AK Parti'nin bu noktaya gelmesinde veya getirilmesinde ABD'nin ve AB'nin çok ciddi vebali var.

GOP'la gelen etiket
Saddam Hüseyin'i devirmeyi 11 Eylül 2001 saldırılarından çok önce kafaya koyan Başkan Bush, bu işgali "Soylu" bir amaç ambalajına sarmaya kalktı: Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'yle (GOP) Fas'tan Pakistan'a kadar tüm İslam coğrafyasına demokrasi getirmek. Samuel Huntington'un uğursuz kehaneti "Medeniyetler Çatışması" ancak bu şekilde önlenebilecekti. Irak da bu projenin sözde laboratuvarı olacaktı. İşte o günlerde AK Parti'nin iktidara gelmesi Beyaz Saray'ın demokrasi projesinin güçlü bir ilham kaynağı oldu. Başkan Bush, bakanları, sözcüleri, kısaca tüm Amerikalı yetkililer Türkiye'den söz ederken yeni sıfatlar kullanmaya başladılar: "Ilımlı İslam", "Müslüman demokratlar", "İslamiyet ile demokrasiyi bağdaştıran ülke" gibi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'den CHP lideri Deniz Baykal'a, Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'tan, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ'a kadar geniş bir cephenin "Türkiye 60 yıldır demokrasiyle yönetiliyor", "Laik devlete dini sıfatlar eklenemez" gibi uyarılarına rağmen ABD sözcüleri uzun süre bu söylemlerini tekrarlayıp durdular.
Sonunda GOP'un bir hayal olduğu anlaşıldı. Çünkü nerede seçim yapılsa (Filistin, Ürdün, Mısır) sandıktan İslamcı partiler çıkıyordu. Proje tarihin çöplüğüne atıldı ama "Ilımlı İslam" etiketi Türkiye'nin yakasına yapışıp kaldı.
Avrupa'ya gelince; AB, 1963'teki Ankara Antlaşması ile Türkiye'ye "Demokratik ve laik rejime sahip bir ülke" olduğu için kapısını açtı. Ve yarım yüzyıl boyunca "Avrupa değerlerini paylaşan" ülke diye tanımladı.
Ama ne yazık ki, 11 Eylül'den sonra AB yöneticileri de ABD'nin kuyruğuna takılıp, Türkiye'ye bir "Misyon" yüklemeye kalktılar: "Ilımlı İslam" modeli, "Din ile demokrasiyi bağdaştıran", böylece İslam dünyasına örnek olabilecek ülke, Avrupa ile İslam dünyası arasında köprü gibi...

AB'deki akılsız dostlar
Daha kötüsü, Türkiye'yle üyelik müzakerelerini sürdürmeyi bu gerekçelere dayandırdılar. Üyeliğimizi destekleyenler "Türkiye'yi dışlarsak fanatik İslam'ın kucağına iteriz" türünden temelsiz, mantıksız, sağduyu bir yana akıldan bile yoksun senaryolar yazdılar. Ve Türkiye'nin Avrupa'daki 80 yıllık imajını değiştirmeye kalktılar.
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk şimdi AK Parti'ye ve Başbakan Erdoğan'a her şeyi bir yana bırakıp "Laikliği güçlendirecek reformlar yapmasını" tavsiye ediyor. (Dün "Milliyet" gazetesinde yayınlanan söyleşi)
Keşke bunu AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun "Laiklik zorla dayatılamaz", genişleme komiseri Olli Rehn'in "Türkiye'de aşırı laiklik var" çıkışlarından önce önerseydi.
Keşke bu öneriyi Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın "Gücü elinde bulunduranlar, karşı düşüncedekilerin güvensizliğini ve korkularını ortadan kaldıracak çözümleri üretmediği sürece çatlak derinleşecektir. Hissedilen korkular göz ardı edilemez. Yaşanan hayat tarzlarının ideoloji haline geldiği bir dünyada, duyulan güvensizlik ve korkular acilen değerlendirmeye alınmalıdır" uyarısına destek olarak gündeme getirseydi.
Bununla birlikte Lagendijk'in önerisini hem doğru buluyor, hem de önemsiyoruz. Çünkü toplumda giderek büyüyen tehlikeli çatlağı kapatmanın biricik çözümü, Meclis Başkanı Toptan'ın ifadesiyle "Oh" dedirtecek formül böyle bir yaklaşımla bulunabilir.