kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 10 Mayıs 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

Lütfen susun!

AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Komisyon'un genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, Avrupa Parlamentosu Başkanı HansGert Pöttering...
Türkiye'deki siyasi gelişmeler üstüne biri sözünü bitirmeden diğeri başlıyor. Ve neredeyse her gün konuşuyorlar.
Kimi "Türkiye'de laiklik zorla dayatılamaz" diyor, "Nüfusunun çoğunluğu Müslüman bir ülkenin gerçek bir demokrasiye dönüşüp dönüşmeyeceğinin çok önemli olduğu"ndan dem vuruyor. (Barroso)
Kimi "AB'ye sadece AK Parti'nin sıcak baktığını, muhalefetin AB'ye girmek istemediğini" iddia ediyor. (Lagendijk)
Kimi "Aşırı laikler ve otokrat ulusalcılar ile Müslüman demokratlar arasında kırılma"ya dayalı tezler geliştiriyor. (Rehn)
Elbette konuşacaklar. Çünkü Türkiye, AB'ye üye olmayı hedefleyen bir aday ülke. Bu statü nedeniyle AB, Ankara'daki siyasi gelişmeler üstüne değerlendirme yapma hakkına sahip.
Ama bir yere kadar. Demokrasinin temeli ve ruhu olan kuvvetler ayrılığı ilkesi bile çiğnenerek gösterilen ve sürekli tekrarlanan "Aşırı" tepkiler hem Türk halkına zarar veriyor, hem de AK Parti'ye.
Türk halkına zarar veriyor; çünkü AB üyeliği toplumun ezici çoğunluğunun ortak referanslarından, birleştirici değerlerinden birini oluşturuyor. AB üyeliği, Edirne'den Kars'a kadar tüm Türkiye'nin düşü, heyecanı.
Ancak Brüksel sözcülerinin AB üyeliğinin "Devlet politikası" olduğunu, bugüne gelinmesinde tüm iktidarların ve partilerin katkısı bulunduğunu göz ardı ederek bu büyük hedefin destekçileri arasında ayırım yapmaları, o destekçilerin tabanlarını en azından soğutma, kuşkuya düşürme tehlikesi yaratıyor. Zaten Türk halkında 2004-2005 yıllarında yüzde 80'leri aşan AB'ye desteğin bugün o oranın yarısına, belki yarısının da altına inmesinin başlıca nedenlerinden biri bu değil mi?

Walter Hallstein ne demişti?
AB yetkililerinin temcit pilavı gibi benzer demeçler vermeleri AK Parti için de zararlı oluyor; çünkü bu tür çıkışlar, hiç kuşkunuz olmasın, yargıda, en azından yüksek yargıda kenetlenme içgüdülerini harekete geçiriyor.
AK Parti de sonunda bu tehlikenin ciddiyetini görmeye başladı. "Avrupa Günü", yani Avrupa Birliği'nin temeli sayılan Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman'ın yayınladığı 9 Mayıs 1957 tarihli bildirgenin yıldönümü nedeniyle dün Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Babacan'ın AB'ye gönderdikleri mesajlar bunun en somut kanıtı.
Gül "Katılım müzakerelerinin Türkiye'deki iç politika mülahazalarından ve tartışmalarından etkilenmemesine herkesin özen göstermesi" çağrısı yaptı.
Erdoğan "Müzakerelerin siyasi saiklerle engellenmemesinin taşıdığı büyük önemi" hatırlattı.
Babacan yargı bağımsızlığına saygı gösterilmesi uyarısında bulundu.
Başta da vurguladık; Ankara'daki gelişmeler Türkiye'nin iç sorunu değil; kesinlikle AB'nin de müdahil olma, tutum belirleme hakkı var. Ama yine yukarda söylediğimiz gibi bir yere kadar. Ve de Türkiye'nin rejimini, AB ile ilişkilerinin dayandığı temeli ve tam üyelik hedefinin barındırdığı amacı farklı çerçevelere taşımaktan kaçınarak. Bu konuda onlara tarihi bir kaynak, güçlü bir referans hatırlatabiliriz: Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin hukuki sözleşmesi olan Ankara Anlaşması'nın 12 Eylül 1963'teki imza töreninde AET Komisyonu (AB'nin ilk adı) Başkanı Prof. Walter Hallstein'in yaptığı konuşma. Başbakan İsmet İnönü'nün de katıldığı törende Hallstein, Türkiye ile Avrupa'nın bütünleşmesinin anlamını ve amacını şöyle anlatmıştı:
"Türkiye, Avrupa'ya dahildir. Olayın derin anlamı işte buradadır. Bu her şeyden önce, etkileri bu ülkede adım adım bilinçleşen Atatürk'ün güçlü kişiliğini ve onun Türk Devleti'ni bütün hayati alanlarda radikal biçimde Avrupai tarzda yenilemesi sürecinin hatırlanmasıdır.
O aydınlanmış, akılcı, mutlak gerçekçi tutum, modern bilginin metodik kullanımı, okullaşmaya ve eğitime verilen değer, ilerlemeye açık ve irade gücü olan dinamizm, araç seçiminde cesur pragmatizm... Bundan ötürü, Avrupa'nın -O Avrupa ki kendini özgürce ifade etmek demektir- Türkiye'nin askeri, siyasi ve ekonomik açıdan etki ve tepkilerinde özdeşleşmesinden daha doğal ne olabilir?"