kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 10 Mayıs 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Geçen hafta vizyona giren Iron Man, siyasi göndermeleriyle dikkat çekiyor.

Demir Adam'ın Afganistan'da ne işi var?

Esin KÜÇÜKTEPEPINAR
Vietnam misali, bir türlü Ortadoğu'dan zaferle çıkamayan Amerikan ordusuna hizmet için Demir Adam yola koyuluyor... Yapımcılar, senaristler "Tamamen tesadüf," dese de sormak lazım: Son dönem Hollywood filmleri neden Ortadoğu'ya bu kadar takmış durumda?..
Madem ki zaman kötü, aklın ve idrakın sınırlarını zorlayan bir fakirlik, adaletsizlik ve çatışma girdabının dibine vurmuşuz yine, öyleyse bizi kurtaracak bir 'süper kahraman'a her zamankinden daha çok ihtiyaç var! En yakınımızda, sinemalarımızdaki Demir Adam da zaten dünyamızın iyice gevşeyen son kaos çivisini yerine geri çakarak yeryüzünü dengede tutma vaadiyle bu işi seyircinin adına halletmeye ziyadesiyle gönüllü. Tabii ki dev bütçeli bir Hollywood yapımının süper adamı olarak bizim fani dertlerimize gönül indirecek veya olmadı gündemi dürüstçe ele alma riskini göze alacak hali yok. Muhtelif anketlerde ABD vatandaşından yüzde 65'inin artık Irak savaşına karşı olduğunu idrak eden yapımcıların önce halkın ve bölgede savaşan askerin moralini yükseltmek konusundaki bu tür vatansever gayretlerine alışığız. Aksi takdirde Tony Stark/Demir Adam'ın Afganistan'da ne işi var? Dolayısıyla yeni ölümcül icadını Afgan dağlarındaki şık bir tanıtımla Amerikan ordusuna sunan dâhi milyarder silah tasarımcısı ve üretimcisi Tony Stark, belli ki Ortadoğu açmazından şerefli bir çıkışı sembolize ediyor. Zor zamanların temsili kurtarıcısı olan bir süper kahramanın omuzlarındaki yükü daha da ağırlaştırmak değil de niyetimiz, resmi ideolojiler tarafından her daim propoganda amacı olarak kullanıldıklarını hatırlatmak esasen. Kendisi malum, kâğıt üzerinde Vietnam'da epey çarpışmasına rağmen Örümcek Adam ve X-Men gibi popüler çizgi romanların yayıncısı Marvel Comics familyasının en az sevilen üyelerinden olarak arka planda kalmıştı. Beyazperdede ise yine ABD dış politikası doğrultusunda Ortadoğu sorununa el atarken mapus düştüğü karanlık Afganistan mağaralarında 'aydınlandığını' farz etmemizi bekliyor. Oysa diğer süperler gibi çift kimlikli olsa da şizofren bir hali yok. Olsa olsa ikili oynadığından bizi ikircikte bırakıyor. Çünkü öz hakiki kendi silahının bizzat hedefi olarak kalbinden yaralanan sefih silah taciri Tony Stark, adalet savaşçısı Demir Adam olarak değişim yaşarken, bunun yürekten gelen vicdani bir gelişme olduğunu duyurtuyor sanki. Ama savaş, silah sanayi gibi kocaman meseleler üzerine ince taşlamalarla oyaladıktan sonra dünyayı kurtaran süper güç ABD klişesini alkışlamamızı bekliyor. Afganistan trajedisine erken uyanan İngiliz yönetmen Michael Winterbottom, filminde bir süper kahraman olmadığı için epey bocalamıştı elbet. İki zoraki mülteci çocuğu anlattığı In This World (Bu Dünyada) adlı yalın ve etkileyici filmiyle festivallerde baştacı edilmesine rağmen geniş kitlelelerin vicdanını harekete geçirmeyi başaramadı. Dört yıl sonra çektiği The Road to Guantanamo'nun (Guantanamo Yolu) gerçek mağdurlarıyla birlikte kent kent dolaşarak filmin propagandasını bizzat yapmasındaki neden bu olabilir.

TAMAMEN TESADÜF!
11 Eylül miladına kadar 'eğlencelik filmler' kisvesi altında Latin veya Arap, terörün yüzünü basbayağı esmer belleten Hollywood aksiyonları, ABD'ye yönelik muhtelif komplo teorileriyle zaten doğrudan hedef gösteriyorlardı. O halde şimdi ortada basbayağı sıcak bir savaş olduğuna göre, bu 'eğlencelikleri' farklı yorumlamak lazım mı? Son dönem çizgi roman uyarlamalarının şahı kabul edilen 300'ün yönetmenine inanırsanız eğer, filmin Pers medeniyetine meydan okuyan entrikasıyla ABD'nin mevcut İran politikasının pek denk düşmesi tamamen tesadüf! 11 Eylül saldırısında yolcular tarafından düşürüldüğü açıklanan uçakta yaşananları manasızca 'reality şov' misali bir bir yeniden canlandıran United 93'ün (Uçuş 93) yine İran'a nota verilen bir başka dönemde vizyona girmesini sorgulamayalım öyleyse. Hollywood'un liberal kanadından çıkan Syriana ise bir antikahraman aracılığıyla en kötümüzü bile vicdana davet ediyor ve tatlı petrol kârı üzerinden dönen kirli politik oyunları mevzu ederek en cahil vatandaşı bile bilgilendirme misyonunu üstleniyor. Bu yanıyla Fahrenheit 9/11'in meselesiyle göbekten bağlı olsa da bu olaylı belgeselin yönetmeni Michael Moore gücünü oralarda telef olan gencecik Amerikan askerleri üzerinden kazanmaya çalışıyor. Syriana'daki göbekli ve sakallı perfomansıyla malum yakışıklılığını Ortadoğu'da dönen entrikalara feda eden George Clooney'nin yardımcı aktör dalında kazandığı Oscar ödülünün ise diğer yapımcıları cesaretlendirdiği bir gerçek. Ancak bu filmler toplamının gişe hasılatı tek bir Demir Adam kadar bile etmiyor. Fazla uzaklara gitmeden 'Teröre karşı savaş' kisvesi altında yürütülen operasyon mağdurlarına dikkat çeken Rendition (Yargısız İnfaz), mesela Reese Witherspoon gibi starına rağmen para kazandırmıyor. Belli ki Amerikan halkının mevcut hissiyatını çok iyi anlatmasına rağmen In the Valley of Elah (Tanrı'nın Vadisi'nde) gibi orduyla kurduğu ne senli ne sensiz muhabbetine de pek tahammül yok. Daha da mühimi, Irak'tan yurda dönen askerin travmasına değinen mühim duygusuna rağmen zayiatın sadece savaş alanında bitmediği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda bırakması açısından seyir zorluğu var elbette. 'Savaş alanı zaten başlı başına bir cehennem, uğruna can verdiğimiz petrol de üzerimize yapışan kahrolası bir zifttir işte,' diyen Jarhead'in Irak sıcağında telef olan askeri Jake Glynhall orada varoluş nedenindeki absürd mizahı keşfetse de, varoluşçu çılgınlıkları belli ki sıradan Amerikalıya değmiyor.
Haberin fotoğrafları