kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 9 Mayıs 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Garip bir siyaset ve medya ortamında gerçekler örtülüyor

Düşünce ve siyaset dünyasındaki bir temel sorunumuz, problemlere çözüm ararken asıl nedeni görmezden gelip, genellemeler içinde konuyu dağıtmamız değil midir?
Örnek verelim.
Siyaset "insanlar"ın mesleğidir. Demokrasi de özünde "değişim" demektir.
Yani seçimlerle sade iktidarlar değil insanlar da değiştirilir.
Ama burada insanları veya adına "lider" denilen yaratıkları değiştiremiyorsunuz.
Seçimleri insanlar kaybediyor ama liderler hiç kaybetmiyor.
Çağdaş padişahların çevreleri değişiyor, kendileri hiç değişmiyor.
Önleri tıkalı siyasetçiler ise bu soruna çözüm aramak yerine, rejim kavgası yapıp duruyorlar.
Hani adam doktora gitmiş ve parmağını göğsündeki bir noktaya koyup, "Buraya bastırınca göğsüm çok acıyor" demiş.
Bizim demokratik siyaset anlayışımıza göre burada doktorun izleyeceği iki yol olabilir.
Doktor ya "Bir daha buraya bastırmayın" diyebilir.
Ya da, "Herhalde parmağınız kırık" diye teşhis koyabilir.

Hepimiz aynıyız
Buna benzer bir durum, siyasi partilerimizin iktidarda ya da muhalefette olmalarına bağlı farklı politikalarında görülmekte.
Örneğin muhalefetteki bir partinin lideri kendi partisi iktidarda olsa sanki başka yol izleyebilecekmiş gibi, Hükümet ne yaparsa yapsın, ya rejimin, ya Anayasa'nın, ya iç barışın tehlikeye düşürüldüğünü söylüyor.
İktidardaki partinin lideri olan Başbakan da, sanki kendisi muhalefette olsa başka türlü davranacakmış gibi, muhalefet liderini bozgunculukla, istikrar düşmanı olmakla suçluyor.
Durumu somuta indirgeyelim.
Olmaz ama mesela olsa. AK Parti yönetimi, bir aylığına iktidarı CHP'ye verse. Deniz Baykal bir ay için Başbakan olsa.
Acaba bu bir ay içinde Türkiye rest çekip Avrupa Birliği ile ilişkilerini kopartır, emeklilik yaşını 70'e çıkartır, Taksim'i her çeşit gösteri ve yürüyüşe açar mıydı?
Bu bir ay içinde sadece bürokrasideki AK Parti yandaşı kadroların yerine CHP yandaşı kadrolar olabildiğince getirilmeye çalışılırdı.
Bu arada Şişli belediye olmaktan çıkartılıp, muhtarlık yapılırdı.
Hatırlayın 1999 seçimlerini.

Öcalan'ın idamı
Amerika'nın Türkiye'ye teslim ettiği "Öcalan'ı asacağız" diye seçim kampanyası sürdüren MHP koalisyon ortağı olmuştu. Ve o dönemde idam cezası kaldırılmıştı.
Bir başka hastalıklı durum da bizim mesleğe ilişkin...
Hakkı Devrim biz köşe yazarları için "Köşe kadısı" der ya.
İşte biz köşe kadıları, kendi yazdıklarımızdan çok, diğer köşe kadılarının yazdıklarına vakit ayırmaya başladık bu günlerde.
Bazı köşe kadıları ne yazacaklarını değil, diğer köşe kadılarına ne türlü laf yetiştireceklerini düşünerek güne başlıyorlar.
Hikâyeyi bilirsiniz.
Tıklım tıklım dolu bir sinemada bir adam sahneye çıkıp "Ahmet, Ahmet" diye salona doğru seslenmiş. Salondan cevap gelmeyince adam daha yüksek sesle "Ahmet, Ahmet" diye bağırmış... Bu son çağrı üzerine salondan biri ayağa kalkmış:
- Benim adım Ahmet değil, neden bana Ahmet diye sesleniyorsunuz, demiş sahnedeki adama.
Bu durumun daha deforme olmuş biçimi ise, bir gazete yöneticisinin rakip gazetenin işleri hakkında "Bu böyle olmaz, şöyle olmalı" diye fetva vermesi şeklinde görülüyor.

Evi herkese mi açık?
Ona "Sen kendi işine baksana" deseniz de faydası olmuyor.
"Basın özgürlüğü elden gitti, iktidar basını susturuyor" diye yazılar yazarken, kendi yazarlarını susturup, yazılarını kesiyor. Sonra o susturduğu yazarları unutturmak için onların kılığına giriyor.
Sanki kendi evindeki davetlerde "open house" modeli uygularmış ve her gelen içeri girermiş gibi, bir ev davetini "Benim gazetemden niye kimse davet edilmedi" diye eleştirip, dedikoduya dayalı asılsız yazılar yazıyor.
"Rakip istemiyoruz. Hükümetler de bize bağımlı olmalı. Ev davetlerinin listeleri bize danışılmalı" düşüncesini, militarizm, halkı aşağılama ve yabancı düşmanlığı içeriğinde sandviç yaparak sunuyor.
Hani Temel İstanbul'da bir cinayet işlemiş ve yakalanmış. Hâkim ona "Anlat bakalım olayı" deyince de, "Bir kış günü Trabzon'da dünyaya gelmişim" diye söze başlamış.
Hâkim öfkelenmiş, "Bırak Trabzon'u İstanbul'a gel" diye azarlamış.
Temel gülmüş, gözünün altını parmağıyla çekip " pışşık" işareti yapmış,
- İstanbul'a geleyim de beni mahkûm et değil mi, demiş.