kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 3 Mayıs 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

Kuru fasulye

Bendeniz vejetaryenim. 3'üncü dereceden. Masonlukta ve UzakDoğu sporlarında olduğu gibi, vejetaryenlikte de dereceler var.
Birinci derecedekiler sadece kırmızı et yemezler. İkinci derecedekiler buna tavuğu ekler. Üçüncüdekiler balığı. Dördüncüdekiler her türlü etin yanı sıra süt ürünlerinden de uzak dururlar. Beşincidekiler listeye balı da koyar. Altıncı derecedekiler, yani vejetaryenliğin üstadları ise hayvan derisinden yapılmış ürünleri de (Kemer, ayakkabı ve elbette kürk) asla kullanmazlar.
Ben üçüncü dereceden vejetaryenim. Yani canlıya saygımdan ötürü hiçbir et türünü yemiyorum. Protein ihtiyacımı sebze ve kuru bakliyat ile karşılıyorum.
Bu da evimizde tahıl ürünleri (Pirinç, bulgur), bakliyat (Kuru fasulye, nohut, mercimek) ve unlu mamuller (Makarna, kuskus) tüketiminin etobur bir aileye göre daha çok olması sonucunu doğuruyor. Tabii zeytinyağının da.
Çünkü akşam mönümüz mutlaka bir zeytinyağlı sebze ve bir bakliyat yemeğinden oluşuyor. Hele güveçte pişirilmiş zeytinyağlı kuru fasulye favorimiz.
(Geceden ıslattığınız kuru fasulyeyi haşlayın. Bir tencerede zeytinyağını kızdırın, ince kıyılmış soğanları pembeleşinceye kadar kavurun. Biraz salçalayın. İki bardak su ilave edin. Bir taşım kaynattıktan sonra haşlanmış kuru fasulyeleri katın. Son olarak küp şeklinde doğranmış domatesleri ve tuzunu ekleyin. Bir saat kadar pişirin. Tencereyi ocaktan alın. Pişmiş kuru fasulyeyi küçük toprak güveçlere paylaştırın. Biraz daha yağ ve su ekleyin. Sonra güveçleri 180 dereceye ayarlanmış fırına verin. Bir saat kadar da orada pişirin... Tadına doyamayacaksınız. Hele yanında bir de bol domatesli bulgur pilavı olursa!)

Enflasyon, tüketici ve moral
Eşim son zamanlarda bütçemizden beslenme giderlerine ayırdığımız ödenekle ay sonunu getiremediğinden yakınmaya ve tüm ev hanımları gibi söylenmeye başladı: "Neymiş, yıllık enflasyon yüzde 9-10'lardaymış. Bu hesabı yapanlar fiyatların ne kadar arttığını eşlerine de mi sormuyorlar?"
Haklı. Bir hesaplanan enflasyon var, bir de hissedilen, hatta yaşanan. Bir enflasyon var, bir de hayat pahalılığı.
İlki "Teknik" hesaba dayanıyor, diğeri ise "Cep yakan" gerçeğe.
İlki fiyatlar genel düzeyinin yılda yüzde 9-10 arttığını gösteriyor, diğeri ise mutfak giderlerinin milyonlarca aile için karşılanamaz ve katlanılamaz duruma geldiğini haykırıyor.
İşte Ankara Ticaret Odası dün, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) Nisan ayı enflasyonunu açıklamasından birkaç saat önce, halkın en çok kullandığı 100 kalem mal ve hizmetin fiyatındaki bir yıllık artış yüzdelerini duyurdu: Kırmızı mercimek yüzde 261, pirinç yüzde 141, makarna yüzde 135, bulgur yüzde 113, yeşil mercimek yüzde 100, kuru fasulye yüzde 97, ayçiçek yağı yüzde 130, barbunya yüzde 70. Sebzemeyve ürünlerini hiç saymayalım.
Bu artışa, bu zamlara cüzdan mı dayanır? Eşim elbette söylenecek.
Şimdilik bütçenin diğer fasıllarından mutfak ödeneğine aktarma yaparak ay sonunu getirmeye çalışıyoruz. Yani çocukların giyim giderlerini ve harçlıklarını, kültürel harcamaları (Sinema, tiyatro, kitap) kısıyoruz. Evin badanasıboyasından tutun sararmış perdelerin değiştirilmesine kadar bir dizi ihtiyacımızı karşılamayı erteliyoruz. Tıpkı yüzbinlerce, milyonlarca aile gibi.
Bu da Tüketici Güven Endeksi'ni son derece olumsuz etkiliyor. Alın işte; Nisan'da endeks bir önceki aya göre yüzde 21.16 gerilemeyle 54.46 seviyelerine inmiş. Daha 8 ay önce bunun iki katıydı.
Tüketici Güven Endeksi'nin gerilemesi, tüketicinin, yani halkın moralinin düşmesi demek. Moralin düşmesi ise talebin tepetaklak olması demek. Talebin durması veya aşağı inmesi ise, ekonomik durgunluk demek, işsizliğin artması demek.
Moralimiz o kadar bozuk ki, TÜİK'in akşam saatlerinde açıkladığı Nisan ayı enflasyon rakamlarına bakmadık bile. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'ın da itiraf ettiği gibi, nasıl olsa hedef tutmadı, tutmayacak.