kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 3 Mayıs 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
NAZLI ILICAK

Kartel kâbusu ve çıkar ilişkileri

Bir zamanlar, medya patronları, ansiklopedi, çanak, çömlek, çarşaf kavgasına düşmüştü. Birbirlerine karşı öfke dolu satırlar manşetlere kadar tırmanıyordu.
Eski defterleri karıştırmak niyetinde değildim ama, "hafıza-ı beşerin nisyan ile malûl olmadığını" vurgulamak gayesiyle birkaç örnek isterim.
1995'te Sabah gazetesi, Cavit Çağlar ile anlaştı, promosyon olarak nevresim ve çarşaf verdi; büyük tiraj aldı. Hürriyet gazetesi, birdenbire o tarihte DYP milletvekili olan Cavit Çağlar'a saldırmaya başladı: "Çağlar'ın sandalyesi tehlikede. Vergi kaçakçısı iddiasıyla dokunulmazlığı kaldırılacak", "Vergi kaçakçısına 2 trilyonluk teşvik" vs...
O sıralar, Sabah'ta yazan Can Ataklı, bu ani hücumun sebebini açıkladı: "Hürriyet de, Çağlar'dan aynı çarşafı istemiş; Çağlar 'etik olmaz'
gerekçesiyle reddetmişti."
Memleket meseleleri bir kenara bırakılmış, Hürriyet, Çağlar'ın peşine düşmüştü. Sabah gazetesi ise, bir iki sene önce, "Ziraat Bankası'nı tokatladı; Bursa'da tarım arazilerini ucuza kapatıyor; Ticari defterlerin üzerine asit döktü, devletten 3 yıllık hesabını gizlemek istedi" diye suçladığı Çağlar'a kol kanat geriyordu. Hürriyet'e göre, çarşafları ucuza vermesi kaydıyla, Sabah gazetesi, Tansu Çiller'e söyleyip işadamını bakan yapmayı bile vaat etmişti.
Hürriyet'in Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök, Sabah'ın Genel Yayın Müdürü ise Zafer Mutlu idi. (Zafer Mutlu, şimdi Vatan'ın yöneticisi)
Çarşaf kavgasının hemen arkasından, "Arcopal-Paşabahçe" kavgası geldi. Hürriyet, televizyon reklamında, Arcopal marka tabak takımını överken, Sabah'ın verdiği Paşabahçe'yi kötülüyordu. Sabah, bir başyazı yayınlayıp, "Türk milletinin iftihar vesilesi Paşabahçe" ye dil uzatanları kınarken, Hürriyet, cevap vermekte gecikmedi: "Vatan sevgisi tabak ile ölçülmez."
Hürriyet, Arcopal tabaklarının 3 milyon lira değerinde olduğunu söylüyordu. Sabah, bulup buluşturdu ve manşetten Arcopal faturalarını yayınladı. Takımların maliyeti 592 bin liraydı ve okura kazık atılıyordu. Tabii Hürriyet de, çarşafların, Cavit Çağlar'ın fabrikasından çıkış fiyatını tesbit etmişti; böylece Sabah'ın attığı kazığı sergiliyordu.
Elbette başka örnekler de var. Meselâ, Etibank olayı. 2000 yılında, özellikle mali yapı çok zayıflamıştı. Türkiye istikrarsız günlere gebeydi. Zafer Mutlu yönetiminde Sabah gazetesi ise, (Mutlu aynı zamanda Etibank'ın yönetim kurulu üyesiydi) ekonomi sayfasında şu başlıkları atıyordu:
12 Ekim 2000 Sabah: "Cesur kararlar; devlet oh diyecek. Rüya gibi tablo"
21 Ekim 2000 Sabah: "Etibank, orta ölçekli bankalar arasında yerini sağlamlaştırdı."
24 Ekim 2000 Sabah: "Nereden nereye... Feryadın yerini güven aldı. 10 yıl sonrasını görebiliyoruz. İşler iyi gidiyor."
Ve sonra... "Orta ölçekli bankalar arasında yerini sağlamlaştırdığı" söylenen Etibank'a, BDDK, 27 Ekim 2000'de el koydu.
Bilmem fazla yoruma gerek var mı?
Petrol Ofis'in (POAŞ) alımında da ilgi çekici olaylar birbirini takip etti. 21 Temmuz 2000'de, İşDoğan, Özelleştirme İdaresi'nden Petrol Ofis'in % 51'ini 1.2 milyar dolara aldı. Bu alışverişte, bankalar konsorsiyumundan 700 milyon dolar kredi sağlandı; kredinin 400 milyon doları bir devlet bankası olan Vakıfbank kaynaklıydı. İşDoğan, bir iki yıl içinde, devletten ve küçük hissedarlardan POAŞ'ın geride kalan % 49'unu da satın aldı. Üzerindeki toplam borç, faizlerle birlikte 1.2 milyar dolara çıkmıştı. Petrol Ofis ise, kâr ediyordu. İşDoğan, 2002 sonunda, Petrol Ofis ile birleşti. Böylece, POAŞ'ın kârı ortadan kalktığı gibi, İşDoğan'ın borcu da POAŞ'ın sırtına bindi.
Maksadımız kimseyi suçlamak değil. Sadece suret-i haktan görünenlerin, aslında böyle bir niyetleri olmadığını anlatmak.
Hem ülkenin, hem de çalışanların menfaati, gazetelerin hayatiyetlerini farklı sermaye gruplarının elinde sürdürmesinde yatar. Allah bize, bir daha "Kartel" kâbusu gördürmesin. Çalışanların ücretlerinin bastırıldığı, işten kovulanın diğer müessesede iş bulamadığı, gazete dağıtımında keyfi kararların alındığı "Kartel kâbusundan" söz ediyorum. Basında kartelleşme, maddi menfaatlerin tatmininin ötesinde, düşünce hürriyetini de tahrip eden sonuçlar doğuruyor. Derin devletin manipülasyonuna boyun eğip, andıcı manşetten yayınlayan ve namuslu insanları vatana ihanetle suçlayan bu Kartel medyası (Hürriyet ve Sabah) değil miydi?
Serbest rekabetin sürmesi, sadece fikir özgürlüğü ve çalışanların ezilmemesi yönünden değil, Türk işadamları ve politikacılar açısından da çok önemlidir. Aksi takdirde, her işadamı, belirli bir "turnikeden" geçmek, onlara bir şekilde pay vermek, her politikacı da, tek bir kişinin düdüğünü çalmak zorunda kalır.