kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 19 Nisan 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERGUN BABAHAN

Gece gelen telefon ve Avrupa hukuku

Avrupa Konseyi, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonunda kurulmuştur. Kurucu belgesinin adı "Avrupa Konseyi Statüsü"dür.
Statünün başlangıç bölümünde, "gerçek demokrasinin dayandığı insan özgürlüğü, siyasal özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin kaynağı bulunan düşünsel ve moral değerlere sarsılmaz bağlılık" vurgulanmıştır.
Konsey statüsünün 3, 4, 5 ve 6'ncı maddelerinde "sadece demokratik
ülkelerin Konsey üyesi" olabilecekleri belirtilmiştir.
Türkiye Konsey'e kendisine yapılan çağrı üzerine 1949'da başvuruda bulunmuş ve 1950'de resmen üye olmuştur.
Konseye üye devletlerin dışişleri bakanları 1950 yılında "İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi"ne imza atmıştır.
Bu sözleşme, taraf olan ülkelerin pek çoğunda hukukun parçası durumundadır, Türkiye de bu ülkelerden biridir.
Yani, Sözleşmeyi imzalayan devletler, o belgeyi iç hukukuna katmış olmakta, sözleşme iç hukuk metni muamelesi görmektedir.
Sözleşme, denetim organlarının aldığı kararların takibi için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi adında bir yapılanmaya gitmiştir.
Bu komite hükümet temsilcilerinden oluşmakta ve gerektiğinde en ağır yaptırımlara, yani üyeliği askıya alma veya üyelikten çıkarma gibi kararları vermektedir.
Bu konuda daha ayrıntılı bilgiye Prof. Dr. Semih Gemalmaz'ın "İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş" isimli kitabında bulabilirsiniz.
Bu uzun girişi şundan yaptım.
Türkiye, yarım asırı aşkın bir süredir Avrupa Konseyi'nin üyesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin tarafıdır.
İç hukukta yargı yollarını tükettiği için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuran bir kişi, nasıl ülkesini şikayet ediyor duruma düşmüyorsa, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nden destek isteyen bir siyasi de ülkesini ihbar eder duruma girmez.
Sadece, uluslararası hukukun kendisine verdiği bir hakkı kullanmış olur.
Devletlerin üzerinde bu tip örgütlenmelere gidilmesinin temel mantığı da budur.
Siyasallaştığına inandığı bir hukuk düzenine karşı uluslararası hukukun kendisine sağladığı bir hakkı kullanmak herhalde sadece Türkiye'de suç veya utanılacak bir durum olarak değerlendirilmektedir.
Bu bildiriyle yakından ilgilenenler, biraz da Gül'ün adaylığını kesmek için verilen 367 kararının hukukiliğini ve bu karar gölgesinde verilecek kapatma davası kararının tarafsızlığını tartışsa, biraz daha inandırıcı olurlardı.