kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 19 Nisan 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
EMRE AKÖZ

Sömürge yönetimi

Kriz arzulanır bir durum değil elbette... Ancak az sayıda da olsa, hayatımıza olumlu etkiler yapıyor. Buna son örnek, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'ni ( AKPM ) konu edinen tartışma oldu.
Biz Avrupa'yı bir bütün olarak görüyoruz. Böyle olunca da, içinde 'Avrupa' kelimesi geçen her kuruluşun, Avrupa Birliği'nin bir parçası olduğunu sanıyoruz.
Mesela birkaç gündür tartıştığımız AKPM'nin, Avrupa Birliği'nin bir organı olduğunu sananlar var.
Ancak bu iki kurum, yani AB ile Avrupa Konseyi arasında doğrudan bir ilişki bulunmuyor.
Bu bilinmediği için de postal civelekleri, "AB'nin, Türkiye'ye savaş ilan ettiğini " yazabiliyor, örnek olarak da, AKPM'nin kapatma davasına karşı bildiri yayınlama olasılığını gösteriyor.
Biz kırk küsur yıldır Avrupa Birliği'ne girmek istiyoruz ama bu yoldaki çabalarımız son 15 yılda hızlandı. Gelgitli bir ilişkimiz var.
Öte yandan Türkiye, 1950' den beri zaten Avrupa Konseyi'nin içinde. Hem de "Kurucu Üye" sıfatıyla!
Bir başka karıştırılan nokta da şu:
Yine sık sık tartışmalara konu olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) var ya...
İşte bu mahkeme de, sanılanın aksine, AB'nin değil, Avrupa Konseyi'nin bir parçası.
Peki bu Konsey ne yapar?
Bir örnek vereyim...
Hatırlarsınız, bir süre önce Ermenistan'da seçimler yapıldı. Avrupa Konseyi, ' demokrasi' ve ' hukukun üstünlüğü' gibi standartlar açısından seçimleri gözlemlemek üzere bir heyet oluşturup Ermenistan'a gönderdi.
Türkiye'nin de temsil edildiği bu heyet siyasi aktörlerle konuştu, seçimleri izledi ve sonunda bir rapor hazırladı.
Aklı başında hiçbir Ermeni de, " Vay, işlerimize karışıyorlar " diye itiraz etmedi. Çünkü bu ülke 2001 yılından beri Avrupa Konseyi'nin üyesi.
Dikkatinizi çekerim: Konsey durup dururken, " Ben senin seçimlerini izleyeceğim " demiyor. Ermenistan, Konsey'in üyesi olarak bunu istiyor zaten.
Peki, niye?.. Ülkelerindeki demokrasi ve hukuk devleti standartlarını yükseltmek istedikleri için.
Gelelim Türkiye'ye...
Malum davanın ' kapatma' ve ' yasaklama' ile sonuçlanmasını isteyen bir kesim var ülkemizde.
Bu kesimin bayraktarlığını yapan siyasetçiler, bürokratlar ve fikir önderleri aptal değil elbette... İddianamenin tutar bir yanı bulunmadığını... Bunun bir 'siyasi dava' olduğunu... Hukuk kisvesi altında demokrasiye müdahale edildiğini bal gibi biliyorlar.
Ayrıca davanın, özellikle Avrupa'da kullanılan demokrasi ve hukuk standartları açısından, tam bir uydurmaca olduğunun da farkındalar.
Evet, farkındalar ama bir yandan da maddi ve manevi çıkarlarına zarar veren bu partinin yok olmasını istiyorlar.
Eğer Türkiye, dünyadan soyutlanmış bir ülke olsaydı, bu amaçlarına kolayca ulaşabilirlerdi. Ama değil!
Her taraftan, özellikle de Avrupa semalarından, " Saçmalamayın " itirazları yükseliyor.
O zaman ne yapıyorlar?
Bir kere... Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi gibi kurumlarla olan, anlaşmalara dayanan, Anayasa'yla korunan bağlarımıza hiç değinmiyorlar.
İkincisi... Bu tür kurumları, durup dururken Türkiye'yi mercek altına almış gibi gösteriyorlar.
İşte... " İç işlerimize müdahale ediliyor, biz sömürge değiliz " diye kopartılan yaygaranın aslı budur.
Hesap, " Türkiye'nin bağlı olduğu Avrupa kurumları sussun ki biz de şu partinin defterini kolayca dürelim " hesabıdır.
Özetle: Zaten halka, sömürge yöneticisi gibi davrananlar tam da kendileri değil mi?