kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 15 Nisan 2008, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERGUN BABAHAN

Korkular ve aşma yolları

Hiç yılan veya örümcek görmemiş insanlardaki yılan ve örümcek korkusunun ilk insanlardan genler vasıtasıyla bizlere geçtiğine inanıyor bilim adamları.
"Korku", genlerde yer alabildiği gibi, biçimlendirilebilen bir duygu da.
Çocuklarınızı cin ve peri öyküleriyle yetiştirirseniz, büyüdüklerinde mutlaka bu korkunun izlerini taşırlar.
Aynı şekilde, çocuklarınıza sürekli "öteki" korkusu aşılarsanız, ömür boyu bu korkuyla yaşarlar.
Türkiye'de kuşaklar, belirli bir Müslüman imajıyla yetiştirildi.
Müslümanlık adına konuştuklarını veya davrandıklarını iddia eden kimi insanların da bu imaja önemli katkıları oldu.
Bugün Türkiye'de 6 senedir, kendilerine muhafazakâr-demokrat diyen ve Milli Görüş geleneğinden gelen bir ekip iktidarda.
Kuşaklar boyu aktarılan önyargılar, geçmiş politikacıların icraatları sonucu özellikle kentli orta kesimde, bu iktidara ve icraatlarına karşı bir endişe var.
Kıbrıs'ta çözüm istemeyenler, statükonun bozulmasını istemeyenler, bu endişeleri sürekli gündemde tutuyor.
İktidar partisi üyeleri belki bu korku ve endişeyi anlamıyor.
Tıpkı hiç yılan veya örümcek görmemiş insanların, neden yılan ve örümcekten korktuklarını anlamadıkları gibi.
Nedeni ne olursa olsun, böyle bir endişe var.
Ama aynı zamanda Türkiye'nin demokratikleşmesine, hukukun üstünlüğünü oturtmasına, Avrupa Birliği reformlarını gerçekleştirmesine, Kıbrıs sorununa bir çözüm bulmasına, Kürt sorununda adım atmasına da ihtiyaç var.
Hem bu endişeleri gidermek, hem de bütün bu reformları gerçekleştirmek iktidara düşen bir görev.
Çünkü sürekli korkularıyla yaşayan bir toplum hem huzura kavuşamaz, hem de kararlı adımlar atamaz.
Endişeli kesimin, Barroso'nun dediği gibi, Müslümanların ağırlıkta olduğu bir ülkede yaşadıklarını kabul etmeleri gerekir.
Aynı şekilde, iktidarın da bu insanların yaşam tarzlarının tehdit altında olduğuna ilişkin endişelerini anlamaları, bunu giderecek adımlar atmaları gerekir.
Sonuçta, insanlar bir toplum sözleşmesi çerçevesinde bir arada yaşarlar.
Bu sözleşmenin toplumun her kesimini rahat ve güven içinde hissettirmesi şarttır.
O nedenle, Türkiye'nin yeni bir toplum sözleşmesine ihtiyacı olduğu açıktır.
Bu sözleşmenin, hem orta kentli seküler kesimin endişelerini gidermesi, hem de insanların inanç özgürlüklerini güvence altına alabilmesi lazım.
Bunun için de toplumsal bir mutabakat gerekiyor.
Bu mutabakatın parlamentoda olmasa bile halk nezdinde sağlanması en önemli mesele.
Önümüzdeki dönemin sorunlarını tartışır ve çözüm yolu ararken bu gerçeği göz önünde bulundurmamız gerekir.