kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 7 Nisan 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ÜLKÜ TAMER

Yine şiir üstüne

Geçen haftaki "Şiir üstüne dağınık düşünceler" imden sonra yeni sorular geldi. Özellikle çocukluğumun, çocukluğumun Antep'inin şiirlerime nasıl yansıdığı üstüne...
Bir de sinemayla, tiyatroyla ilgili sorular...
Şiirden başlayarak "dağınık düşünceler" i sürdüreyim öyleyse.
1980'lerin ortalarından önce şiirlerimde Antep yoktu pek. Belki arkalarda bir yerlerde gizleniyordu, ama ortaya hiç çıkmıyordu. Bu, "dönüş yolculuğu" mla başladı galiba. Artık bütün tanıdıklara ezberlettiğim bir söz var. Amado'nun. "İnsanın anayurdu çocukluğudur." Belirli bir yaşa gelince çocukluğunuzu araştırmaya başlıyorsunuz. Kimileri "nostaljik takılıyor" olabilir. Benimki nostaljiyle ilgili değil. Köklerini araştırmak, uzun bir gurbetten sonra yuvaya dönmek gibi bir şey. Dönmek. Kaynağı bulmak. Ondan yararlanmak. Onunla zenginleşmek. Geçmişten ayrıntıları şimdiki zamana yerleştirmek.
Yatılı okuduğum on yıl boyunca, her yıl üç kere gidiyordum Antep'e. Kış tatili (üç hafta), bahar tatili (iki hafta), yaz tatili (üç ay). Okulu çok seviyordum. Ama Antep'e tutkundum. Haydarpaşa'dan posta trenine bindiğimde dünyalar benim oluyordu. Hele Çiftehan'a gelince... Volta atmaya başlıyordum koridorlarda. Fevzipaşa'da ise pencereye çakılıyordum. NarlıAntep arası burunlu Austin otobüsle iki saat çekiyordu. Asıl o iki saat geçmek bilmiyordu.
Antep'te de arkadaşlarım vardı. Başta can dostum Cevat Özer, Mehmet Baz, Fevzi Günenç, Onat Kutlar, Dinçer Oktay, Yurder Tek'er, Atılay Arsan, Oğuz Atalay... Seyfettin Başçıllar gelirdi Kilis'ten.
Kolej'den mezun olmadan önce, bizden yaşlı birçok yazarla tanışma olanağını bulmuştum. Varlık'ta, Pazar Postası'nda şiirlerim yayımlanıyordu. 1958'de kendi kuşağımın birçok yazarıyla daha yakından dostluk kurdum. Onat Kutlar'la zaten Antep'ten iyi arkadaştık. Kemal Özer'i, Adnan Özyalçıner'i, Demir Özlü'yü, Konur Ertop'u, Doğan Hızlan'ı, Ferit Öngören'i tanıdım. Şehzadebaşı'nda, Saraçhane'de kahvelerde a dergisi'ni hazırladık. Aslında, çok genelinden bakarsanız ortak bir edebiyat alanındaydık. Bizi birbirimize bağlayan, edebiyat sevgisiydi. Dünyaya ayrı pencerelerden, ama aynı evin değişik pencerelerinden bakıyorduk. Herkes kendi sesini bulmaya çalışıyordu. Birbirimize saygımız vardı, inancımız vardı.
Ezra Pound, özellikle ilkgençlik yıllarımda, çok sevdiğim bir şairdi. Daha önce hep son derece yalın, kolayca anlaşılır, kapıları sonuna kadar açık şiirler okumuştum. Kolej yıllarında Pound çok değişik, çok ilginç geldi bana. Şiirleri, hayal gücümü harekete geçiriyordu. Belki Pound'un aklına bile getirmediği biçimlerde yorumluyordum şiirlerini. Yaptığı göndermelerden habersizdim, onları değerlendiremiyordum. Ama yeni bir sesti benim için. Kapalı bir kapıydı. O yıllarda kapıyı zorlayıp açamadım gerçi, ama arkasındakileri kendime göre "yarattım" . Bir bakıma, onun şiirlerini okurken, kafamda yeni şiirler üretiyordum.
İkinci Yeni, artık tıkanmaya başlamış, kendini yineleyen şiire bir tepkiydi önce. Sonra bir oluşumdu. Bu tepki/oluşum süreci içinde, doğal olarak, savruldu, dağıldı, dağıttı; sonunda toparlandı, duruldu. Çok kişi birbirinden etkileniyordu. Sözgelimi, Cemal Süreya "Gibi bir Erzurumlu" mu diyordu, "Gibi bir..." moda oluyordu hemen. İkinci Yeni'nin olanaklarını sadece biçim olarak benimseyenler silinip gitti. Şair olanlar kaldılar, kendi seslerini buldular kısa sürede, özgün sanatçılar olarak belirdiler.
Virgül, noktalama işaretlerinin en alçakgönüllüsüdür. Böbürlenmelerden, caka satmalardan hoşlanmayanların simgesi. Şiirler kendiliğinden çıktı. Uzun boylu tasarlanarak yazılmadı hiçbiri. Onlarda ölçünün, uyağın tadını çıkarmaya çalıştım. Elbette ciddi bir iştir şiir. Ama ciddiyeti kendi içinden fışkırmalı; "öyle bir şiir yazayım ki molla desinler" havasıyla yazılırsa, ciddiyet kaba güldürüye dönüşüyor.
Dünyayı tek şey değiştiremez. Ne politika, ne ekonomi, ne sanat, ne spor... Parçalar birleşir, bir bütün olur. O bütün yaratır dünyayı, o bütün değiştirir. O bütünü oluşturan öğeler birbirlerini tamamlar, birbirlerinden etkilenir. Yepyeni bir uyum yaratılır belki. O uyumun sağlanmasında minicik bir vidanın bile önemi vardır. Şiirin o bütün içindeki işlevini küçümsemiyorum, ama abartanlar arasında da kesinlikle yer almıyorum.