kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 4 Nisan 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Havada yüzen köprü

Müsaade ederseniz ben gene eski teorilerimden birisine döneyim ve siyaset alanındaki tartışmanın çok önemli ve daha önce değindiğim bir nedenden kaynaklandığını belirteyim. O neden, metropolitan dediğim, büyük şehirlerde yerleşik olan sermaye ile Anadolu sermayesi arasındaki çatışmadır. Bu zıtlaşma bugün başlamamıştır. Neredeyse herkesin unuttuğu bu tarihi kısaca anlatayım.

Bir AP vardı
1965'te Adalet Partisi tek başına iktidar oldu. Bütün büyük seçim başarıları gibi o da hem bir kurucu koalisyona hem de bir taşıyıcı koalisyona dayanıyordu. Kurucu koalisyon sınıflar arası ittifakı içeriyordu. Büyük burjuvazi, taşra burjuvazisi ve köylülük AP'yi destekliyordu. Aydınlar, basın gibi taşıyıcı koalisyonu oluşturan sivil olgular da AP'nin yanında yer alıyordu.
AP 1969 seçimlerini de tek başına kazandı. Fakat oyları düşmüştü. Bunun nedeni çok açıktı. Demirel, tıpkı DP döneminde olduğu gibi, küçük köylülüğe çeşitli düzeylerde katkıda bulunduysa da sermayeye gelince tavrını açıkça büyük burjuvaziden yana koyuyordu. Anadolu'daki küçük burjuvazi buna tepki göstermeye başladı. Tepkisini örgütü TOBB aracılığıyla dile getirdi. TOBB'un başında Necmettin Erbakan vardı.

Bir Erbakan vardı
Erbakan, önce TOBB Başkanlığı'ndan alındı. Sonra AP'den milletvekili olmak istedi, veto edildi. 1969 seçimlerinde Konya'dan bağımsız milletvekili seçildi. Hemen ardından Milli Nizam Partisi'ni kurdu. Artık Anadolu'daki muhafazakar, İslamcı, küçük sermayedarın siyasi örgütüydü. O sıralarda Demirel 1970 bütçesini Meclis'e sundu. O bütçe tasarısında ve sonrasında büyük burjuvazi lehine yeni vergi değişiklikleri öngörüyordu.
Bu durum kendi partisi içindeki muhafazakar kanatlarda da tepki topladı. 42 AP milletvekili bütçelerine kırmızı oy vererek Demirel'i düşürdüler. Sonra da gidip Demokratik Parti'yi kurdular.
Demirel'le diğerleri arasındaki bir diğer zıtlaşma noktası Demirel'in AET'ye girmek istemesiydi. Anadolu buna direniyor, içe dönük, dışa kapalı ekonomik dünyadan kopmak istemiyordu.
Demirel sınıfsal olduğu kadar taşıyıcı koalisyonunu da kaybetmişti. İşçiler, gençler, aydınlar ayaktaydı. Nihayet 12 Mart 1971 askeri darbesi geldi. Türkiye'nin yerinden oynayan çivisi 1983'e kadar yerine oturmadı. Olan Türkiye'ye oldu.

Kader bir meçhul müdür?
Bu kısa tarihten başlayarak Anadolu muhafazakar-İslami bir zeminde, sürekli büyüyen bir sermaye ve giderek artan bir bilinçle siyasete hakim oldu. MNP kapatıldı. Sonra MSP doğdu ve 1973'te CHP ile koalisyon kurarak iktidara geldi. 1980 sonrasında bu kesim RP, FP ve nihayet AKP olarak yoluna devam etti. Geçen zamanda köprülerin altından çok sular aktı ve bugün Anadolu sermayesi politik ve ideolojik bir realite olarak büyük sermayenin karşısında duruyor.
Büyükküçük sermaye zıtlaşması sadece AKP dışında cereyan etmiyor. AKP içinde de ortaya çıkıyor. Türk Sağı ve AKP isimli kitabımda bu dinamiği anlatmıştım. Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde parti içinde yaşanan kriz tastamam bu nedenden kaynaklanıyordu. Neden şuydu: parti üst yönetimi büyük burjuvaziyle koalisyonlar kurmaya, tabandaki daha radikal unsurlardan uzaklaşmaya, onları parti içinde 'enterne' etmeye çok daha yatkın ve hevesli ise de taban buna direniyor . O çekişmenin nasıl sonuçlanacağını henüz bilmiyoruz. Ama bir husus kesin...
Başlangıçta AB, demokratikleşme, uzlaşma gibi adımlarla büyük sermayeye ya(t)kın olan Erdoğan şimdi açıkça bütün bu süreçlerden kopmasıyla da gitgide artan radikal, sert, tepkisel tavrıyla da muhafazakarlığa doğru kayıyor. Bu belki bir dayanaktır. Ama öte yandan AKP liberallerle, işçilerle ve diğer toplumsal unsurlarla ittifakını yitiriyor. Muhafazakarlaştıkça yani küçük burjuvaziye yakınlaştıkça büyük burjuvazinin tepkisini çekiyor. Bu şartlarda AKP ve Erdoğan'ın bir boşluğa sürüklendiği apaçık.
Malum, 1968'in 40. yılındayız. Hatırlatayım istedim!