kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 30 Mart 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Gazetecilik birbirlerinden ölesiye nefret edenlerin mesleği midir?

Medyadaki tablo inanılacak gibi değil. Meğer birbirimizden öldüresiye nefret ediyormuşuz.
Aynı yazı işlerinde yıllarca beraber çalışan ve her gün beraber olanların kaleminden, şimdi farklı gazete ve sermaye gruplarında oldukları için birbirine kin, nefret ve hakaret mürekkepleri fışkırtılıyor.
Onlarca yıl dünyadaki herkesi yerin dibine batırıp, sadece patronlarının tartışılmaz olduğunu kabullenenler, şimdi "eski" konumuna düşen patronlarının ipliğini pazara çıkartmak için yarışıyor.
Yeni patronları da onları hayranlıkla ve tam teslimiyet içinde izliyorlar.
Hz. Süleyman'a izafe edilen bir öykü vardır. Hz. Süleyman olup bitenleri izlerken, Kudüs'teki bir fırında ocağa odun atan bir kadını görmüş. Kadının kucağında yeni doğmuş bir bebek varmış. Kudüs yazının öldürücü sıcağında kadın bir yandan ocağa odun atıyor, bir yandan bebeğini emziriyormuş. Kadın kan ter içinde hem ocağı hem bebeği beslemeye çabalıyormuş.
Hz. Süleyman yanındaki bir bilgeye "Bu kadın bu eziyete ne kadar dayanabilir" diye sormuş. Bilge ona, "Bu kadındaki annelik duygusunu kaldırın, sorunuzun cevabını alırsınız" demiş.
Bunun üzerine Hz. Süleyman, kadının annelik duygusunu yok etmiş. Bu duygusu yok olan kadın bir kucağındaki bebeğe, bir ocağa bakmış. Sonra bebeği ocağa atmış.
Acaba biz gazetecilerdeki arkadaşlık, meslektaşlık, dayanışma, hoşgörü, sevgi, anlayış, empati gibi duyguları da mı yok ediyor Hz. Süleyman zaman zaman?

Patronların dramı
Bir darbe ortamında, bir gazetenin sahip değiştirmesinde, bir gazetecinin gazete değiştirmesinde ille de gazeteci gazetecinin kurdu mu olmak zorunda? Siyasi eğilimi veya ideolojik konumu farklı olanların, birbirine hakaret etmesi, andıçlaması, aşağılaması mesleğin gereği mi?
Kavramları biz böylesine karıştırırsak, haber ve bilgi sunduğumuz okurları bize ne kadar güvenir?
Terbiyesizliği, kırıcılığı, hödüklüğü ve görgüsüzlüğü "açık sözlülük" diye sunmuyor muyuz?
Saplantılarımızı, tatminsizliklerimizi, yetersizliklerimizi meslektaşlarımıza yönlendirmeyi, "ilkelilik" ambalajı ile paketlemiyor muyuz?
Gerçekten gazetecilik "kodu mu oturtanlar"ın mesleği midir? Tetikçilik veya vurucu güç olmak, gazeteciliğin dalları mıdır? Farklı düşünenlerin kafalarını kırmak için kullanılan muştaların metali, bilgi, düşünce, yorum ve haber eriyiğinden mi dökülür? Gazetelerin maaş bordrolarını bir siyasi partinin üye listesi gibi algılayan, kitle gazetelerini eylemci fraksiyonların yayın organına dönüştüren ve toplumdaki kamplaşmaları körükleyen bir medya modeli, mesleğe mi, demokrasiye mi, basın özgürlüğüne mi, toplumun ruh sağlığına mı katkı sağlar?

Hep denenmedi mi?
Bu model defalarca denenmedi mi?
Ya askeri darbe ya da siyasi ve ekonomik krizle noktalanan bu modelin sürdürülmesi her defasında en çok medyayı vurmadı mı? Modeli uygulayanlar patronunu iflas ettirip, hapislere bile gönderdiler, meslektaşlarının kitlesel işsizliklerine sebep oldular.
Seçimle gelmiş iktidarları devirmeyi, başbakan adayı belirlemeyi, bakanlar kurulu oluşturmayı basının işlevleri arasında gördüler. Bu çarpıklığın bir "profesyonel deformasyon" olduğunu düşünmediler bile.
Okurlarının aynı zamanda birer "seçmen" olduğunu, onların oluşturduğu iradenin çoğulcu demokrasiyi yaşattığını, farklılıkların demokratik zenginlik anlamına geldiğini bir türlü kabullenmediler.
Bu tutumları yüzünden toplumda "Aydın ihaneti " gibi bir kavramın kemikleştiğini de düşünmediler. Şimdi de "Nerede kalmıştık " diyerek, aynı temcit pilavını yine sofraya getirmekteler.
Diğer patronlara da giydirdikleri için yeni patronları mutlu. Okurlar da tribünlerden, "gazeteciler birbirini amma da iyi yıpratıyor " diye arenada sıçratılan çamurlar arasından yansıyan görüntüleri izliyor.
Herhalde Hz. Süleyman da "Demek bunların arkadaşlık, meslektaşlık, dayanışma, hoşgörü, sevgi, empati gibi duygularını yok edince böyle oluyormuş" diyerek yukarıdan durumu değerlendiriyordur.