kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 24 Mart 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Cuntalardan çetelere

Şimdi "çete" deniyor. Bu terminoloji son 20 yılda gelişti. Ondan önce ordu içinde gelişen, dışarıyla bağlantılı olan, hiyerarşi dışı örgütlenmelere "cunta" denirdi . Arada önemli bir fark var.
2000'lere gelinceye kadar ortaya çıkan cuntaların, hiç olmazdı demeyeyim de, bugünkü ölçüde karanlık, karmaşık ekonomik ilişkileri bulunmazdı. Devleti ve iktidarı ele geçirmeye dönük daha ziyade askeri-entelektüel örgütlenmelerdi bunlar. Sonra olaylar yeni bir yörüngeye oturdu ve cuntayla çete arasındaki önemli fark kendisini gösterdi.
Bugün çete denilen oluşumlar ve etkinlikler sadece muvazzaf veya emekli ordu mensuplarına dayanmıyor. Sadece onlarla irtibat içinde olan bazı aydınları kapsamıyor. Hepsinden daha önemlisi bu örgütlenmelerin yeraltına kaçmış çok ciddi ekonomik ilişkilerden kuvvet alması. Birtakım işadamlarının, bazı karanlık ticaretlerin bu dünyayı beslemesidir bugün öne çıkan.

Nasıl oldu da oldu?..
Kendiliğinden olmadı.
Bu işin başlangıcını 1993'ten sonra devletin PKK'yla savaşmak için sivil ve şeffaf örgütlenmelerle yetinmemesi meydana getiriyor . Ondan önce daha küçük bir oranda Asala mücadelesi sırasında benzeri bir durum yaşanmıştı. Devlet gayri meşru sayılacak yöntem ve kişileri kullanmaya başlamıştı. Ardından devlet emekli polis ve ordu mensuplarını siyasallaştırdı ve etraflarında kuvvet oluşturmasına imkan verdi. Onu da ilkin Susurluk'ta ortaya çıkan gerçekler izledi.
Şurası muhakkak ki, devlet, sonuç almak için gayri meşru ilişkilere kaydıkça kendini derinde yatan bazı örgütlenmelere teslim ediyordu. Etti. Ondan sonra da bu işin dışına çıkamadı.
Bütün bu dile getirdiklerim işin "mekanik" boyutu. Ondan daha vahim olanı işin ideolojik boyutudur.

Bu işin ideolojisi...
Devlet dediğimiz kavram sadece bir mekanizma değildir. Devlet aynı zamanda bir ideolojidir. Herkes onu bir biçimde tanımlar, herkes kendini onunla bir biçimde özdeşleştirir. Bazı insanlar için devlet başka bir varlıktır: kutsaldır, dokunulmazdır, her şeyin üstündedir. Bu ideolojik bir anlayıştır. Aynı şekilde devletin bir de kurucu ideolojisi vardır ki, bu tür kabullerde devlet ideolojisi tartışmasız bir biçimde benimsenir . İnsanlar o ideolojiyi içselleştirir.
Bizde bu devlet ideolojisi baştan beri "beka" düşüncesine dayanır. Aynı zamanda devlet "ebed-müebbed" (?), yani sonsuzdur, denir. Belli çevrelere göre, belli çevreler için ne olursa olsun bu gerçek sağlanmalı ve teminat altına alınmalıdır. Dünyanın her yerinde bu tür bir anlayışla hareket eden ve kısmen açık siyasette kısmen yeraltı örgütlenmelerinde görülen insanlar ve oluşumlar vardır.

1990'dan sonra dünya...
1990'lardan sonra Türkiye'deki yerleşik devlet ideolojisinde dünyadaki gelişmelere paralel olarak gedikler açıldı. Açıkça adını koyarak söyleyelim ki, Türkiye'deki kurucu ideoloji artık hayatı yeterince cevaplayamayınca bu belli bir kitlede bir yıkıntı meydana getirdi. Bu son derecede doğaldı. İdeolojilerin zayıflaması kolay şey değildir. Tepki doğurur.
Türkiye'de belli siyasetler devlete sahip çıkmak düşüncesini bu defa Kızıl Elma Koalisyonu, Türkçü-Devrimci İttifakı gibi modeller çevresinde kurgulamaya gittiler. Bu sadece siyasal bir arayış olsaydı sorun çıkmayacaktı. Fakat bu konulara dönük siyaset yapan partilerin yetersizliği, yeraltı örgütlenmelerinin ortaya çıkmasına da yol açtı. "Devleti ve ideolojisini korumak" o çevrelerin siyaset yapma unsurları ve ideolojileri haline geldi.
Şimdi bir ideolojik ve siyasi mücadele var orta yerde. Daha bir süre de devam edecek.
Bekleyip göreceğiz.