kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 23 Mart 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Tek bir dine karşı mesafe alan laiklik, bütün inançlara eşit mesafede olmalı

- "Toplumda geleneksel ve modern yaşam tarzı bir arada pekala var olabilir," derken, AKP'ye nasıl bakıyorsunuz?
- Bana göre AKP'nin gücünün kaynağında tam da bu aynen var zaten... AKP, Türk modernleşmesi içinde evrilmiş olan bu toplumun kültürel olarak marjinalize olmuş bir kesiminin sesi olmak bakımından, gayet demokratik bir potansiyel taşıyor. Merkezden kaynaklanan, 'utandırarak' kendini gerçekleştirmeye çalışan bir modernizm, aslında Türkiye için çok baskıcı oldu. Ama aynı zamanda, Türkiye'ye dışarıdan aktarılan bir model olduğu için de kabul görmedi. Bu nedenle AKP üzerinden var olan kesimler, bir biçimde zaten kendilerini anlatıyor. Bu organizasyon toplumsal düzeyde yükseldikçe, "Anadolu Kaplanları"ndaki gibi, dış kaynaklı küresel ve liberal ekonominin de etkisiyle, bu insanlar kültürel kimlikleri sayesinde meşruiyet elde ediyor, çünkü para kazanıyorlar. Bu da bize şunu gösteriyor: AKP hem geleneksel, hem de liberal. Hem yerel, hem de küresel. Gücü buradan geliyor.

- Laikliğe, tıpkı karşısına koyduğumuz dogmalar gibi körü körüne 'inanmak' yerine, onu nasıl tecrübe ve tarif edeceğiz?
- Laikliğin, "Bir arada yaşamanın güvencesi" olduğunu bilmemizle ilgili bu. Laiklik aslında, kendi içinde 'çok-inançlılığa' gönderme yapan bir olgu. Yani ancak aslında çoğul dinselliklere sahip toplumlarda var olabilecek bir şey. Tek bir dine karşı pozisyon alan laiklik, aslında gerçek laikliğe karşılık gelmez. Sadece birinin öteki karşısındaki güç ilişkilerine denk gelir. Tıpkı en kabaca Müslüman- Hıristiyan, dindar - ateist, ya da Budist - Musevi vb. 'karşıtlığı'ndaki gibi. İşte laiklik tam da bu inanç karşıtlıklarının tümüne eşit uzaklıkta durmak ve birinin diğerine tahakküm kurmasını engellemek durumuyla ilgili hak sahipliğidir. Peki bunu Türkiye'de nasıl tecrübe edeceğiz? Sonuçta yüzde 99'u Müslüman olduğu söylenen bir ülkede yaşıyoruz. "Yüzde 99 Müslüman" diye tarif ettiğimiz insan grubu da, homojen değildir. Bunun da içinde başörtüsü takan - takmayanlar, az - çok oruç tutanlar, İmam Hatip'ten yana olanlar - olmayanlar, bir tarikatla ilgili olanlar - olmayanlar var, olabilir. O zaman laiklik tam da, bu karşıt durumların hepsine eşit mesafede durmakla ilgilidir. Yani yine en kaba deyimle, şalvarlının mini etekliye mesafesi vb. gibi. Bu farklı inançların kendilerini koruyabilmelerinin güvencesi, laikliktir... Bu yönüyle yurttaşlık da soyut değil, gerçek bir şeydir. Ve tam da kişinin kendi bulunduğu koşullarla doğrudan ilişkilidir. Kişinin dertlerini ister Ermeni, ister Kürt, ister Çerkez, isterse mağdur vb. her kim ise, o dertleri somut biçimde yaşar hale gelmesi, yurttaşlıktır. Zaten kültürlerarası yurttaşlık gibi ifadeler de bunun akabinde karşımıza çıkar.

- Ancak tam da bu çokkültürlü yurttaşlık olgusu, ulus - devleti bölmek için küreselleşmenin kapital eliyle yarattığı bir maske olarak görülüyor; emekli askerlerce TV programlarında kıyasıya eleştirilebiliyor... Buna ne diyorsunuz?
- Sonra da o emekli askerler, post - modernist yazarlardan yaptıkları alıntılarla post - modernizmin ne olduğunu söylemeye çalışıyorlar. Kapatsınlar o zaman tüm sınırları. IMF ve Dünya Bankası ile olan tüm ilişkileri reddetsinler. O zaman tamam, bir itirazım olmaz. Enver Hoca'nın Arnavutluk'una, Kuzey Kore'ye benzer bir şey yapılır, NATO ile ilişkiler koparılır. Tamam o zaman. Kabul. Ama yok, sen Fethiye'de ya da Türkiye'de başka bir yerde topraklarını yabancılara satıyorsan, çocuklarını yurtdışında ABD'de okutuyorsan, senin işçilerin Almanya Kreuzberg'in yarısını satın alıyorlarsa, o zaman bir dakika. Çünkü dışarıya her giden göçmen Türk, bir başkası olarak geri dönüyor. Ve soruyor dönünce: Almanya'daki polis bana insan gibi davranıyor, buradaki niçin beni dövüyor diye... Ben cami yapıyorum orada, peki burada niçin kiliseler açılmıyor diye sorabiliyor... Ya da Gülen örneğine bakalım: Türk milletinin içindeki Osmanlı'nın propagandasını yapan bir tür cemaatten söz ediyoruz. Burada başka bir medeniyet vardı diyen bir cemaat. Öyle bir cemaat ki, yurtdışındaki okullarında öğretmenlik yapanlar, ülke ülke geziyorlar. Bir yıl Tanzanya sonra Kırgızistan'a, sonra Şili'ye gidiyorlar. Bu anlamda en basitinden, Türklük denen şey bile bir bakıma dünya turu yapıyor ve küreselleşiyor. Dolayısıyla bu sözlerin arkasında tutarlı şekilde durulacaksa, yapılması gereken tek şey sınırları kapatmak olurdu. O zaman da ortada ne Oyakbank kalır, ne de hepimizin maaşları. Hiçbir şey olmaz.