kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 21 Mart 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

Vesveseli komşu

Şu sıralar boş zamanlarımızda 34'üncü Osmanlı Padişahı 2'nci Abdülhamit'in özel yaşamını konu alan hayli kalın bir kitabı okuyoruz.
Kitabın yazarı Georges Dorys. Ancak önsözde bunun "Müstear" isim olduğu, Yıldız Sarayı'na yakın bir Rum ailenin oğlu olan ve o dönemde birçok Batı ajans ve gazetesinin İstanbul temsilciliğini üstlenen yazarın can güvenliği için (Çünkü o tarihte Abdülhamit hâlâ tahttaydı) gerçek kimliğinin saklı tutulduğu belirtiliyor.
1901'de Paris'te basılan "Abdul-Hamid intime" (Not: "İntime" sözcüğünün dilimizdeki karşılığı "Mahrem") adlı kitap bizi çok sardı. Çünkü ilginç bilgilerle dolu.
Örneğin Abdülhamit'e "Kızıl Sultan" lakabını dönemin ünlü Fransız tarihçilerinden, "Academie Française"üyesi Albert Vandal'ın taktığını öğrendik.
Tabii ürperten sayfalarla da karşılaştık. Mithat Paşa'nın sürgüne gönderildiği Taif'te Abdülhamit'in emriyle Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa tarafından boğdurulması gibi. Vali, Yıldız Sarayı'na emrin yerine getirildiğini bildiriyor ama kuşkucu, vesveseli Abdülhamit emin olmak için Mithat Paşa'nın kellesinin gönderilmesini istiyor. Vali mezarı açtırıp kelleyi kestiriyor, sonra bir kutuya koyuyor, üstüne "Dikkat; sanat eseri. İçinde Japon işi fildişi biblolar var" uyarısı yazdırıp İstanbul'a yolluyor.
Hayatı işte böyle hazin ve trajik bir sonla noktalanan Mithat Paşa iki önemli miras bıraktı: İlk Anayasa (1876 tarihli Teşkilat-I Esasiye) ve Ziraat Bankası.

94 yıl sonra dönüş
Paşa'nın Niş Valisi olduğu sırada, 20 Kasım 1863'te Pirot kasabasında "Memleket Sandıkları" adıyla temellerini attığı Ziraat Bankası şu sıralar Yunanistan'da gündemin üst sıralarında. Nedeni: 94 yıl sonra kurulduğu topraklara geri dönmesi.
Onun da hoş bir öyküsü var: İki yıl önce Yunan "Ethniki" (Ulusal) bankasının "Finansbank"ı satın aldığı ve komşunun diğer önemli finans kuruluşlarının da Türkiye pazarına girmeye çalıştıkları günlerde, zamanın Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener bazı çevrelerin eleştirilerini yanıtlarken "Yabancı sermayede ayrımcılığın doğru olmadığı kanaatindeyim" dedi ve bir öneride bulundu: "Gümülcine'de bir Türk bankasının şube açması yönünde beklentiler olduğuna ilişkin duyumlarımız var. Örneğin Ziraat Bankası bunu deneyebilir."
Banka bu öneriyi ilginç buldu, gündemine aldı ve kısa bir süre sonra Yunan makamlarına başvurdu. Yunan Merkez Bankası'nda işlemler epey uzun sürdü. Çünkü sadece Batı Trakya'da bir şube açma isteminin Yunan bankacılık yasalarına aykırı düştüğü, başkentte de bir merkez şube bulunması gerektiği öne sürülüyordu. Uzatmayalım; Ziraat Bankası bunu da kabul etti ve iki şubeyle ilgili izin 29 Ocak 2008 tarihinde Yunan Resmi Gazetesi'nde yayınlandı. Önümüzdeki günlerde Atina'da ünlü Syntagma (Anayasa) Meydanı'na çok yakın Ermu Sokağı'nda ve Gümülcine'de şubeler faaliyete geçecek.

Akla ziyan senaryolar
Ancak vesvesede, kuşkuculukta 2'nci Abdülhamit'ten pek de aşağı kalmayan Yunanlı meslekdaşlarımız, bunun sadece bir banka yatırımı olduğuna inanmıyorlar, ardında başka nedenler arıyorlar. "Ziraat Bankası 94 yıl sonra buralarda ne arıyor" diye soran mı ararsınız, "Bankanın Ankara ile Batı Trakya Türkleri arasındaki bağların güçlendirilmesi için köprü olarak kullanılacağını" yazan mı, bunun "Büyük bir stratejinin ilk parçası olduğunu" iddia eden mi...
Strateji de neymiş, biliyor musunuz; Batı Trakya'da önce sivil toplum örgütlerini çoğaltmak, sonra Türk işadamlarını bölgede yatırıma teşvik etmek (Eğitim ve sağlık kurumları açtırmak), ardından yerel bir TV kanalı kurdurmak. Böylece Türkler'i Ankara'nın himayesi altına almak, bilinçlendirmek, bir süre sonra onların - ifadesiyle-bu "Stratejik azınlığı" özyönetim (özerklik) talep etmeye yönlendirmek! Bazıları daha da ileri gidiyor: "Kosova emsal yapılarak Batı Trakya'nın bağımsızlığı istenecek!" Bu "Fantastik" iddiayı da sözde Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği'nin Başkanı Erol Kaşifoğlu'nun "Niyetleri"ne dayandırıyorlar.
Gülüp geçeceğiz ama olan oradaki soydaşlarımıza oluyor. Çünkü bu tür iddialar onları sürekli kontrol altında tutulması gereken "Şüpheli topluluk" konumuna itiyor ve de üstlerindeki baskıyı artırdıkça artırıyor. (Türk okullarındaki törenlerde Türkçe şiir okumak ve konuşma yapmak bile yasaklandı!)
Oysa Yunanlılar iki Türk bankasını satın alırken, "Bu operasyonlar İstanbul'daki Rum azınlığa, Bizans'ın ihyasına yönelik planın parçası" diye bir düşünce kimsenin aklının ucundan geçmedi. Üstelik aldıkları bankalar tüm yurda yayılmış durumda: Birinin 414, diğerinin 34 şubesi var. Ziraat Bankası'nın 2 şubelik yatırımı onların yanında çocuk oyuncağı gibi bir şey.
Hani ticaret ve karşılıklı yatırımlar önyargıları kırmanın ve dostluğu geliştirmenin en etkili yoluydu?