kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 21 Mart 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
NAZLI ILICAK

İddianamede Hıristiyanlık-İslâmiyet farkı

Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, iddianamesini, AK Parti'nin şeriat düzeni kurmak gibi bir gizli toplum projesine sahip olduğu varsayımına dayandırıyor; demokrasiye yönelik bu tehdidin, yeterince yakın olduğuna dair inandırıcı deliller sunmak gereğini vurguluyor ve "İşte ispatı" diyerek, esasını, başörtüsü yasağının kaldırılmasına ilişkin konuşmaların oluşturduğu örnekleri sunuyor. İmam Hatiplerin önündeki katsayı engelinin kaldırılması, AK Partili 1.773 belediyeden 35'nin ilmihal kitabı dağıtması, birkaç hastanede görev yapan başörtülüler, bir iki lisede okuyan 3-5 başörtülü kız, ilâve delil olarak iddianamede yer alıyor. Bir de, hiçbir şekilde ispat edilmeyen ve gerçek dışı olduğu anlaşılan içki yasağı; "kırmızı sokaklar."
Başsavcı Yalçınkaya, delillerini pek inandırıcı bulmamış olacak ki, Türkiye'deki laiklik anlayışının Batı dünyasından farklı olduğunu da, uzun uzun anlatmaya çalışmış: "Batı dünyasından alınan laiklik kavramı, Türkiye'de farklı bir anlam taşır; bu nedenle farklı bir uygulama şekli gereklidir. Uygulama farkı, ülkelerin içinde bulunduğu özgün şartlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında laikliğin önemi ve İslam'ın öznel yapısından kaynaklanır. Laiklik ilkesinin her dinin özelliklerinden esinlenmesi, buna göre değişik uygulamalar ortaya çıkması doğaldır. Türkiye'deki siyasal İslam'ı esas alan partilerle, Avrupa'daki Hıristiyan Demokrat partiler arasında benzerlik bulunmamaktadır. Türkiye'deki siyasal İslam, yalnız kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayıp, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır."
Yalçınkaya, İslâmiyet'in, devlet ve toplum kurallarını düzenleme iddiasını vurgulayarak, Hıristiyanlık'tan farkını ortaya koymaya çalışıyor ama, gerçek böyle değil.
Hıristiyanlık, kurulu bir devlet düzeninin mevcut olduğu ortamda meydana geldi. Bu din, "Sezar" ları ürkütmeden, onların cismani iktidarının baskısına maruz kalmadan yayılmayı tercih etti. "Sezar'ın hakkı Sezar'a, Tanrı'nın hakkı Tanrı'ya" ilkesi, Hıristiyanlığın, Roma İmparatorluğu tarafından resmi din olarak ilân edilmesine kadar geçen 350 yıllık süre içinde kabul gören bir nevi savunma mekanizmasıydı. Elbette, Hıristiyanlığın da bir devlet talebi vardır. Batı Roma'da, yüzyıllar boyunca Katolik Kilisesi, siyasi otoriteyi kendine tâbi kılmadı mı?
Meşhur Luka İncili'nde, Tanrı'nın, Hıristiyanlığı korumak üzere verdiği iki güç kaynağından söz edilir. Bunlardan biri dünyevi iktidar, diğeri ruhani iktidar. Ruhani iktidarın, dünyevi iktidardan üstün olduğu kabul edilir. Hıristiyanlığın, İslâmiyet'in aksine, "Sezar'ın hakkı Sezar'a" diyerek, din ve dünya işlerini birbirinden ayırdığı tezi böylece çöküyor.
Avrupa'daki Hıristiyan Demokrat partiler, ortaçağın ünlü filozofu St. Thomas D'Aquin'in yorumlarından esinlenmiştir. St. Thomas D'Aquin, siyasi iktidarın, kanunları, ebedi yasaların bu dünyaya yansımaları olan "ilahi yasalar" ve "doğal yasalara" göre yapması gerektiğini söyler. "Aksi takdirde, Tanrı'dan, halk aracılığıyla aldıkları iktidar gücü zedelenir ve direnme meşrulaşır." D'Aquin'e göre, "Halkın sesi, Tanrı'nın sesidir" (Vox Populi, Vox Dei) Bugün Katolik ülkelerde faaliyet gösteren Hıristiyan Demokrat partiler, bu görüşün temsilcisidir; siyasetçilerin ise, Kilise ile sıcak ilişkileri mevcuttur. Vatikan, hem siyasette, hem ticarette etkilidir.
Bakalım bu yazdıklarım, Başsavcı'nın ezberini bozmaya yetecek mi?