kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 17 Mart 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Esas odak şudur

Ankara'da AKP de yok iken...
Çok çok daha öncesinde...
Ankara'da Diyanet Başkanlığı vardı, yine var.
Diyanet İşleri Başkanlığı, öyle kabaca "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" diye tanımlanan "laiklik"e, hem kafadan hem göbekten hem odaktan aykırıdır.
"Mecburi din dersleri" ile birlikte, daha çocukluktan itibaren tüm topluma, öyle yüzde 47'den 53'e, 53'ten 47'ye filan değil, "yüzde 100'e yüzde 100" dayatmadır.
İnançsız olma hakkına, farklı inançtan olabilmeye, ayrı dinden, mezhepten olmaya, inancını daha yoğun yahut daha farklı yaşamaya, çocuk dimağının masumiyetlerine, yetişkin yüreğinin tereddütlerine,
"Allah ile kul arasına girmeme" ye, kelamın manasına, tefekkür ve tefsir ihtiyacına karşı... devlet eliyle, tercümesiyle, düzenlemesiyle, baskısıyla dayatmadır.
Bu dayatmayı paylaşmış tüm iktidarlar, tüm başbakanlar, tüm hükümet üyeleri, tüm darbe yönetimleri, tüm bürokratlar, tüm başsavcılar...
O partiyi şu partiyi bırakın...
Tüm rejim, zaten "odak" olmuştur.
"Yalancı laiklik sistemi" nin kimseye, "laikliğe ihanet" gerekçesiyle dava açacak hali yoktur aslında.
"Yaygın dikta ve dayatmalar düzeni" adına ve başka diktalara gaz maksadıyla, kimseye "dikta gerekçesiyle" dava açacak yüz de yoktur aslında.
Ve ne yazık ki, üstüne yürüyen, üstüne gelen, üstüne abanan herhangi bir sille, darbe, baskıya karşı "demokrasi, birey, halk, toplum, özgürlük" adına feveran edenlerimizin çoğu da, başka dayatma ve kısıtlamalarla dolu, başka hayatları zehir edebilen zihniyetlerin mensuplarıdır.
Bu memlekette, insanların...
Ne düşünüp ne düşünmeyeceğine;
Ne konuşup ne konuşamayacağına;
Nece konuşup nece konuşamayacağına;
Ne yazıp ne yazamayacağına;
Neyi eleştirip eleştiremeyeceğine;
Ne giyip ne giyemeyeceğine;
Ne okuyup ne okuyamayacağına;
Ne seyredip ne seyredemeyeceğine;
Neye inanıp neye inanmayacağına;
Nasıl inanıp onu nasıl yaşayacağına;
Nasıl ibadet edip etmeyeceğine;
Ne zaman toplanıp toplanamayacağına;
Neyle gurur duyup duyamayacağına;
Nasıl sevip sevemeyeceğine;
Neden şikayet edip edemeyeceğine;
Nasıl bir kimlik taşıyıp taşıyamayacağına;

Hepsine hepsine, daha neler nelere karışan; karışmayı, bulaşmayı, dayatmayı, düzenlemeyi, engellemeyi, sınırlamayı, yasaklamayı, hukuken veya cebren cezalandırmayı ister "mubah" ister "kanun" gören öbek öbek odak hep mevcuttu, hep mevcut.
AKP de dahil.
Lakin, AKP'yi "dikta, şeriat, baskı, odak" la suçlarken, içindeki faşizan, basbayağı faşist damarı kabaran bir tür zihniyet de tam göbekten, tam odaktan, yekten mevcut.
Bu memlekette, "bir gün bizi kesebilirler" diye paranoya ile "bugün onları keselim" noktasına varabilmiş "acilci terminatörler" mevcut.
"Oy karşısında hukuk küçümsenmesin" diye ahkam keserken, "kanun karşısında oy'un ve insanın görüldüğü yerde ezilmesi" ni savunan, sözde laik, sözde medeni, sözde cumhuriyetçi, sözde demokrat, sözde liberal, sözde hukukun üstünlüğüne inanan "sıradan ve sıra üstü faşolar" mevcut.
Kendi korktuklarında varsaydıklarına onlardan önce dönüşenler...
Aynı, "din elden gidiyor, milliyet elden gidiyor" diye Çorumları, Maraşları, Sivasları yaşatanlar gibi.
Tesellimiz şu olabilir...
Zaman öğütüyor, öğretiyor.
Ne yüzde 47 Maraşçı, Sivasçı...
Ne yüzde 53 darbeci, faşizan.
Bize, "tahakkümcü, yok edici en uçlar"ın arasında kalanlara da yapışmış "baskı, dayatma, her şeye karışma kültürü"nün iyice insanileşmesi, demokratikleşmesi, kardeşleşmesi lazım.
Güç orada, geleceğimiz orada.
Bu esasta, yargı ve ordu reaksiyonerliğini de aşar, AKP'nin mağduriyette kabaran yarı-demokrasi kültürünü de, CHP'nin pörsümüş halkçılığını, yamalak cumhuriyetçiliğini de, TÜSİAD gibi içten pazarlıklı sinsi ve pinti yamuk burjuva demokratlığını da, menfaatçi ve darbeci utanmaz medya tekelciliğini de.