kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 12 Mart 2008, Çarşamba
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Din ve ahlak dersinden çakmak

Bana kalırsa en az türban kadar önemli olan bir konu basında saman alevi gibi parlayıp sönüyor ve Danıştay'ın okullarda okutulan din dersiyle ilgili kararı yeterince tartışılmıyor. Oysa, bu konu hem Türkiye'de her fırsatta ele almak için can attığımız laiklikle yakından ilgili, hatta içe hem de mevcut iktidarın ve genel olarak Türkiye'nin demokrasiyi nasıl algıladığıyla bağlantılı.
Orta eğitimde okutulan din dersi, neden laiklikle bağlantılı olsun diye sorulabilir. Bir klişe cümleyi tekrar ederek yanıtlarsak, öyledir, çünkü, Türkiye'de laiklik dediğimiz hadise dinle devletin birbirinden ayrılması değil, dinin devlet tarafından kontrol edilmesidir.
Nitekim Anayasanın 24. maddesi bu hususu ele almış ve okullarda din dersi okutulmasını karara bağlamıştır. Anayasanın meseleyi bu kadar ayrıntıya indirmesi ve okullarda ne yapılacağını zikretmesi tesadüf değildir. Hem yukarıda belirttiğim nedenden kaynaklanır bu, yani böylece devlet dini kontrol edecektir, hem de 1982 Anayasası Soğuk Savaş etkisi altında, dini ve ahlaki 'komünizm' tehlikesine karşı bir kalkan gören bir zihniyetle yazıldığından, istenmiştir ki, 'din eğitimi' verilsin ve çocuklar muhtemel tehlikelere (!) karşı donanımlı olsun.

Ama din dersi mi?..
Buna rağmen Anayasa'nın ilgili maddesi ' din dersi' demiyor; önce ' din ve ahlak eğitim ve öğretimi', sonra da ' din kültürü ve ahlak öğretimi' diyor. Yani, Batılıların ' kateşizm' dediği ve çoğunlukla çocuklara Sokratik soru-cevap sistematiği içinde belletilen dinsel pratik değil Anayasa'nın öğretilmesini öngördüğü şey.
Tekrar edeyim: 'din kültürü'. 1982 Anayasası'nın ' Türk İslam Sentezi doktrini' çerçevesinde yazılmasına rağmen bu dikkati göstermesi yabana atılacak bir husus değil.

AİHM ve Danıştay'a kulak tıkamak
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu yönde bir karar verdi. Türkiye'de okutulan ders kitaplarını inceledikten sonra o metinlerin 'din eğitimi' verdiğini ve bunun kabul edilemeyeceğini belirtti. Nihayet Türkiye'de Danıştay konuyu aynı noktadan ele aldı. Bugünkü müfredatın (ders kitapları içeriğinin) kabul edilemeyeceğini belirtti . Yani, her iki yüksek mahkeme de okutulması gereken dersin bir tür tarih ve felsefe içeriğine sahip olması gerektiğini vurguluyor.

Direnmek
ama neye ve niye?
Oysa bizde buna karşı bir direnç var. Milli Eğitim Bakanı bugünkü koşulların değişebileceğini ama bunun bir Anayasa değişikliği ve toplumsal uzlaşma gerektirdiğini belirtiyor ki, bu aslında değişikliği istememenin dolaylı yoldan ifadesi. Anayasanın hükmü, yüksek mahkemelerin kararı ortadayken yeniden Anayasa değişikliği istemek galiba ipe un sermek!
Niye böyle sorusunun yanıtı ise başlangıçta değindiğim gibi bizim demokrasiyi algılayışımızla ilgili. Şunu kabul etmek gerekiyor: bugün iktidarda İslami tonu, önceliği ve duyarlılığı olan bir parti var. Bu iktidar söz konusu derslerde Sünni İslami kaziyeyi öğretmekten kaçınmak istemiyor. Tam tersine bugünkü koşulları bir fırsat olarak görüyor. Bu da demokrasiyi bizde herkesin işine geldiği kadar ve geldiği biçimde anlaması ve uygulamasıdır.
Oysa
Türkiye'de din deyince işin çehresi değişir. Nedeni açık: bu ülkede yaşayan milyonlarca Alevi var. Sünni amel ve fıkhın öğretildiği bir sistemde bu insanların ve cemaatin demokratik hakkı da Anayasa'nın o çok atıfta bulunulan 24. maddesi de çiğneniyor.

'Ya ne yapmak lazımmış?'
Cevap çok basit: okullarda sadece din kültürü dersi öğretilir. Hatta, bana kalırsa din dersi kaldırılır, (Anayasa değişecekse bu maksatla değiştirilir) okul müfredatlarına felsefe dersi koyulur, bu orada ele alınır. Din eğitimi bütünüyle devletin kontrolünden çıkar, tümüyle cemaatlere bırakılır. Bu de burada biter!
Bir düşünün bakalım şimdi hangisi daha laik, hangisi daha demokratik?