kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 8 Mart 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Cumartesi SABAH 
SUNAY AKIN

Terzi hazır, kumaş hazır

Çanakkale Savaşı'yla ilgili pek çok öykü anlatılıyor, savaşın bilinmeyen yönleri günışığına çıkarılıyor. Bu hafta, Çanakkale Savaşı'nı hiç bakılmamış bir pencereden ele alalım. O pencere çocuklardır. Geride bıraktığımız yüzyılın en kanlı savaşına tanık olan Çanakkaleli çocukların yaşadıkları, korkuları, duyguları nelerdi? İşte, hiç açılmamış pencereden görünenler, Çanakkaleli bir çocuğun tanıklığı: "Yalımızda otururken karşımızda duran gemilere bombardıman başlıyor, vapurlar kaçmak isterlerken etraflarına düşen mermiler, beyaz birer minare gibi su sütunlarını yükseltiyordu. Bazen bu mermilerden biri vapura gelir, o zaman canını kurtarmak için çırpınan, eline geçen şeylere sarılan bir insan kalabalığı suların üstünde görülürdü." Çanakkale Savaşı'nı bizlere anlatan çocuk sekiz yaşındadır. Babası Ali Bey, Divan-ı Harb-i Örfi'de şube reisliği yapmaktadır. Ali Bey, Balkan Savaşı'nda yaralanan bir subaydır. Edremit'te bakkal dükkânı işletirken, I. Dünya Savaşı nedeniyle yeniden askere alınmıştır. Annesi Hüsniye Hanım ise ilkokul mezunudur. Melankolik olan Hüsniye Hanım, eşiyle sık sık atışmakta ve ikide bir intihara kalkışmaktadır. Hastanede birkaç kez tedavi de gören anne, küçük oğlu Fikret'i daha çok sevmekte ve şımartmaktadır. Aileyi kısaca tanıdıktan sonra yeniden deniz kıyısındaki evlerinden Çanakkale Savaşı'nı bizzat yaşayan çocuğun anımsadıklarına kulak veriyoruz: "Bazı geceler balkona çıktığımız zaman karşı sahilden top, el bombası, mitralyöz, tüfek sesleri, garip uğultular gecenin sessizliği içinde kulaklarımıza gelirdi. Bazen zırhlı gemiler şehre iyice yaklaşır, o zaman herkesi bir heyecan, telaş sarar, yaylı arabaları dört nala koşan beygirlerle zabit ailelerini şehirden kaçırır, istihkâmlar birer yumruk gibi uzanan toplarıyla bu siyah ölüm şehirlerini boğazdan içeri koymamak, İstanbul'a salıvermemek için çalışırdı." Savaşın tanığı olan çocuk, Çanakkale İptidai Mektebi'nde okuyor olsa da öğretmensizlik yüzünden okul bir süre kapalı kalır. Ama babasının çabaları ve subay arkadaşlarının yardımıyla yeniden açılır. Türkçe dersine babası Ali Bey girmektedir. Çanakkale Savaşı gece, gündüz sürmektedir.

KUYTU KÖŞEDE ÖLÜM
Nebil Özgentürk, Türkiye'nin Hatıra Defteri adlı o müthiş, ölümsüz belgeseline haklı olarak 1923'ten başlayınca, "Çanakkale Savaşı'ndan elimizde kalan yegâne çocuk tanığın öyküsünü de anlat," diyemedim. O çocuk ki tam 60 yıl önce, Kırklareli'nin Sazara Köyü civarında, ormanın kuytu bir köşesinde kalleşçe öldürülen Sabahattin Ali'den başkası değildir. Sabahattin Ali, Türkiye'nin Hatıra Defteri'nde yönetmenliğini Rutkay Aziz'in yaptığı kısa filmle yer aldı. Bulgaristan'a geçmek üzereyken, rehberi tarafından başına arkadan taşla vurularak öldüren Sabahattin Ali'yi, Altan Erkekli ustaca canlandırmış. Şairin son nefesini verdiği anı Rutkay Aziz, sesten ürken kargaların uçuşuyla sunuyor seyirciye... Bu müthiş sahne, Van Gogh'un son tablosunu anımsattı bana... İntihar etmeden önce yaptığı son tablosunda Van Gogh, çığlığını tarlanın üstünde uçan kargalarların siyah rengiyle haykırmıştı. Rutkay Aziz, sanatçıların acı dolu haykırışlarını harika bir buluşla sunuyor bizlere... İster şair olsun, ister ressam... Haksızlığa uğrayan, ezilen, değeri anlaşılamayan sanatçıların acıları, haykırışları birbirine karışmamış mıdır? Aynı değil midir acıları? Kargaları bile ürküten bu kötülükleri yapan, doğadaki en korkunç canlı olan insan değil ise kimdir? Nebil Özgentürk iki yıl süren çalışmanın ardından ne kadar övünse, göğsünü ne kadar kabartsa azdır. Ama sakın gevşemesin! Çünkü daha yeni başlıyor. Türkiye'nin Hatıra Defteri'nden sonra İstanbul'un Hatıra Defteri'ni hazırlamalı. İki yılda bunu da kotaracağından eminim. İki yıl sonra da 2010, yani İstanbul Avrupa'nın kültür başkenti olacak. Bu kostüm Nebil Özgentürk'e mutlaka hazırlatılmalı. Terzi hazır, kumaş hazır. İlgililere duyurulur.