kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 6 Mart 2008, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Bazen susmak fazla konuşmaktan daha etkili olabilir....

Amerikan yapımı filmleri ve dizileri izlerken, kilise nikahlarındaki bir ritüeli de öğrenmiş olmamız gerekiyor.
Rahip evlenecek çifte "karşındakini olarak kabul ediyor musun" şeklindeki nihai soruyu sormadan önce, kilisedeki cemaate döner ve şöyle der:
- Bu evliliğe itirazı olan varsa şimdi konuşsun. İtirazı olan yoksa herkes sonsuza kadar sussun!
Kilise nikahları konusunda bilgim olmadığı için, bu ritüelin senaryo gereği mi yoksa gerçek mi olduğunu bilemiyorum.
Ama toplumsal yaşamın tüm alanlarına uyarlanması halinde yararlı olabilecek bir uygulama bu.
Örneğin "türban" sorunsalını mı tartışıyoruz.
Doğrudan ve dolaylı ilgili herkes ve her kesim, söylenebilecek ne varsa söylemedi mi?
Daha da ötesi TBMM'deki çoğunluk üniversitelerdeki türban yasağının kalkmasını amaçlayan Anayasa değişikliğini de gerçekleştirdi.

Susmanın zamanıdır
Ana muhalefet de bu değişikliğin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne taşıdı olayı.
"Sonsuza kadar" demiyorum. Ama hiç olmazsa Anayasa Mahkemesi'nin kararına kadar herkesin susması mümkün olamaz mı?
Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk, Star'daki köşesinde konuyu hukuk açısından enine boyuna irdeledikten sonra "Şimdi susma zamanı" zamanı demiş ve şunları yazmıştı:
- Dilerim karar, hukuksal durumu saydamlaştırır; kargaşayı bitirir. Bu evrede herkese düşen ödev, susmak; yargının sağ esen karar vermesine yardımcı olmaktır.
Bu "susmak ödevi" sadece muhalefet ve sadece türbana karşı olanlar için söz konusu değildir. Aynı şekilde iktidarın sözcüleri de artık susmalı ve toplumu geren açıklamalardan kaçınmalıdırlar.
Sayısız okur mesajı alıyorum bu konuda.

Bizler ve onlar
Örneğin Başbakan Erdoğan'ın başı açık olanlara dönük "Biz size karışıyor muyuz" içerikli söylemleri de gerginliği tırmandırıyor. Çünkü derin toplumun bilincinde başbakanların, başı açık ve kapalı, her kesimin başbakanı olması gerektiği düşüncesi var.
"Laiklik" konusunun adeta sonsuza kadar tartışılacağı görünümünün egemen olduğu ortama ilişkin bir yeni durum daha var gündemde.
Bilindiği gibi, bir Alevi ailenin başvurusu üzerine Danıştay "zorunlu din derslerinin içeriği hukukla uyumsuz" doğrultusunda bir karar verdi.
Bu karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin laik içtihadı doğrultunda bir karardır. Ama nedense iktidardaki AK Parti sözcüleri bu karar dolayısıyla Danıştay'ı hedef alan eleştiriler seslendirmeye başladılar. Milli Eğitim Bakanı Çelik de, kararın uygulanmasını zorlaştırmaktan ve yeni davalar açılmasına yol açmaktan başka bir işe yaramayacak bir yaklaşımı gündeme getirdi.

Danıştay kararı
Milli Eğitim Bakanı Çelik Radikal'deki habere göre "Danıştay eski müfredata göre karar aldı. İçerik değiştiğine göre, karar uygulanamaz. Bu herhangi bir şeyi değiştirmeyecektir" dedi...
Burada "siyaset"in devreye girmesi daha doğru olmaz mıydı?
Yani Danıştay kararına ve AB modeli laikliğe uyarlı yeni bir düzenleme ile "hemen" zorunlu din derslerinden vazgeçilse, bunun yerine genel içerikli ve felsefe ağırlıklı "Din ve ahlak kültürü dersi" ikame edilse, bu daha doğru olmaz mıydı?
Özetle bu söylediklerimiz, yapılması zor şeyler değil.
Yapılabilseler toplum sürekli gergin kalmaz. "Biz ve ötekiler" benzeri yaklaşımlar giderek azalır. Türkiye olması gereken "gerçek gündem"ine döner.