kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 6 Şubat 2008, Çarşamba
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Devlet sahibi

Belki de yetiştirilme tarzımız bu. "Kamu görevi, kamusal sorumluluk, kamuya karşı sorumluluk" yanlış anlaşılıyor.
Elbette nice fedakarlığı, ama iyi bir hissiyat ile onuru da barındırabilecek "yüksek kamu görevi", şu hale geliveriyor:
Kendini, bulunulan, yönetilen kurumun, makamın, hatta o vesileyle devletin sahibi sanmak ve öyle sunmak.
Bunun meşrulaştırılmasının bir şartı "ideolojik hava"; ikincisi de her halükarda "tepeden bakmak".
Zaman ve mekan ötesi bir varlık olduğunu düşünmek yahut öyle bir vücudun reenkarnasyonu, yeniden doğuşu saymak kendini.
Rakip "devlet sahipleri" varsa, bunu önce onlara dayatmak.
Türkiye'de seçimle gelmiş nice iktidar sahibi, birden "Bonapartlaşarak" kendilerini devlet sahibi sandılar.
Öyle geldi, öyle de gidiyor.
Ya "devletin fethi", kadroların işgali gerekti yahut "fethedilmiş devlet" sayesinde, bazen polis marifetiyle bazen ihale vesaire sayesinde, yurdun dört bir yanının fethi, yağması ile toplumun rehin alınması amaçlandı.
Lakin, seçimle filan değil, öğretim, atama, kıdem sonunda "devlet makamları" na gelenler de, pozisyonlarına ve boyutlarına göre kendilerini hep öyle sandı, hep öyle dayattı.
Yargı öyle, ordu öyle, üniversite öyle.
Kendine göre, okulun müdürü de öyle.
Bunun bir yanında tabii ki görevine, kurumuna, devletine, ülkesine filan sahip çıkma gibi iyi bir his, sorumluluk duygusu vardır.
Ama, "kendini toplumun sahibi" sanmak gibi bir kusuru da daimiydi.
Toplumun sahibi olabilmenin yolu da kendinizi, makamınızı "devlet sahibi" sanmaktan geçiyordu tabii.
Sanmakla bitse iyi; bunu doğal kabul etmek ve yasalardan yasamaya, birey haklarından özgürlüklere, kurumların ve devletin esas sorunlarını idrak ve çözüm yetersizliğinden "devletin ideolojik, baskıcı, dayatmacı" imkanlarına sonuna kadar abanmaya kadar bir haleti ruhiye.
Ruhiyeden öte, haleti zaptiye!
Bir millet de ancak bu kadar yardımcı olur tabii.
Siyasi cepheleşmenin kitlesi haline gelmeden, birey olarak, toplum olarak her cinsten "devlet sahibi" ne, "Peki siz kimsiniz? Babanızdan miras kaldı o makam?
Seçimle yahut tayinle geldiğiniz yer mi sizi onurlandırıyor yoksa siz mi bizi lütfen şereflendiriyorsunuz?
Diktatör müsünüz Şarlo mu? Kimler geldi kimler geçmedi mi? Devlet sizin mi, hepimizin mi?
Ne bağırıyorsunuz? Biz de konuşacağız.
Hanedanlık, zümre hakimiyeti, imtiyaz filan yasak değil mi, suç değil mi? Size ne oluyor?
Makamınız, cüppeniz, mazbatanız, bakanlığınız, hükümetiniz, kürsünüz, rütbeniz bu milletin, halkın size kamu görevi adına verdiği bir sorumluluk mu; yoksa altınızdakilerden başlayarak bizi dövün, bize sövün, birbirinize girin, devleti parselleyin, alıp evinize götürün, kendi kafanızın esiri kılın, kendinizi tarihin mirasçısı, temsilcisi filan ilan etmeye kalkışın, ayrımcılık yapın, yasak koyun, bizi ezin, hırpalayın, işkence yapın diye gökten inmiş ilahi, ezeli, ebedi, ölümsüz bir olağanüstü, doğa üstü, yasa üstü, toplum üstü, insan üstü bir kudret mi! Devlet sahibi, mülk sahibi, makam sahibi, hani bunun ilk sahibi?" diyemedi.
Şöyle yapalım.
Ben diyorum!
Siz ne dersiniz?