kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 25 Ocak 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

Türkiye ve Batı

Borsaların dün biraz toparlanmasına aldanmayın; Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'na katılan patronların, bankacıların, hatta siyasetçilerin yüzlerinden düşen bin parça. Çünkü felaket senaryoları havada uçuşuyor.
Örneğin geçen yıl yine Davos'ta "Büyük bir kriz geliyor" diyen, ancak kimseyi inandıramayan New York Üniversitesi ekonomi profesörü Nouriel Roubini, "ABD ekonomisi gayri safi milli hasılada ciddi gerileme yüzünden felaket bir şekilde yere çakılacak" diyor ve ekliyor: "Tüm gezegeni alt-üst edecek müthiş bir resesyonun eşiğindeyiz. İngiltere, İspanya, İrlanda ve Fransa'da gayrimenkul piyasasındaki balonların patlamaya başlaması bunun ilk mesajları." Yani ABD'deki krizin Avrupa'ya atladığını söylüyor.
O bitiriyor, ünlü spekülator Georges Soros başlıyor: "İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en kötü piyasa krizini yaşıyoruz. Bu krizin, üretebileceği siyasal gerilimlerle küresel ekonominin temellerini sarsması ve dünyayı genel bir resesyona, hatta daha da kötüsüne sürüklemesi olasılığı var. "
Ardından değerlendirmeleri iş çevrelerinde çok etkili olan bir başka iktisatçı, Morgan Stanley bankasından Stephen Roach sazı eline alıyor: "ABD ekonomisindeki gerilemenin Çin ve Hindistan ekonomilerindeki büyümelerle telafi edileceği masalına inanmayın. Amerikan piyasası demek, 9.5 trilyon dolarlık tüketim demek. Bu rakam, Çin ve Hindistan'ın toplamının 6 katı ediyor. Amerikalılar borçlanarak yaşamlarını sürdürdükleri ve borçlanma kapasiteleri de gayrimenkul piyasasına bağlı olduğu için, çok sert frene basılacak ve tüm dünya bundan etkilenecek."
Roach'ın karamsar senaryosunu biraz açalım: "Mortgage" krizi nedeniyle ABD'de geçen yıl ailelerin yüzde 12.9'unun evlerinin değeri aldıkları kredinin altına düştü. Bu yıl bu oran yüzde 25.4'e çıkacak. Yani her 4 Amerikalı aileden birinin evinin değeri o ev için aldıkları borcu karşılamayacak. Oysa bu insanlar aynı zamanda cüzdanlarında bir tomar kredi kartı taşıyor. (Her Amerikalı'nın ortalama 10 kredi kartı var.) Yine bu insanlar evlerinin değerinin artacağı umudu veya hesabıyla ölçüsüz alışveriş yaptılar, asgari ödemeyle çarkı bugüne kadar çevirdiler. Ama artık durdu. Neden? Kredi kartı borçlarını ödeyecek tasarrufları yok. Amerikalılar 1985'te gelirlerinin yüzde 11'ini tasarrufa ayırıyorlardı. Bugün bu oran eksi 0.5'e indi. Sonuç: Kredi kartlarında 2.5 trilyon dolarlık borç yüklü. Patladı-patlayacak!

Ankara nelerle uğraşıyor?
Ekonomiden sorumlu bakanlarımız başta olmak üzere yetkililer, "Bize pek bir şey olmaz" havasındalar. Dileriz haklı çıkarlar ama Davos'ta yazılan senaryolarda Türkiye'nin de kulağı çınlatılıyor. Örneğin krizin Avrupa'ya sıçradığını söyleyen Nouriel Roubini şöyle diyor: "Baltık cumhuriyetlerinden Türkiye'ye kadar cari açıkları çok büyük olan ülkeler var. Bu halklar yabancı paralarla borçlandılar ve konut kredisi aldılar. Sonuç emlak sahiplerinin iflas ettiği Arjantin ve Meksika gibi olabilir."
Zaten dün TÜSİAD genel kurulunda da pek iyimser bir tablo çizilmedi. Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ'a kulak verelim: "Ekonomiden gelen sinyaller çok olumlu değil. Büyüme hızımız önemli ölçüde yavaşladı, enflasyon nispeten hız kazandı, genel işsizlik oranı artmaya başladı, kamu maliyesinde disiplin zedelendi, cari açık sorunu büyüyerek devam etti. Yaklaşan küresel dalgaya maalesef bu bilançoyla giriyoruz. Dünya hızla bir krize doğru ilerliyor ve Türkiye için 2008 çok zorlu bir yıl olacak gibi görünüyor."
Ama Ankara bu zorlu yılı nasıl göğüsleyeceğine kafa yormak yerine bambaşka konulara öncelik veriyor. O nedenle Yalçındağ'ın "Bütün enerjimizi ekonomiye yoğunlaştırmalıyız. Ancak bir süredir, aslında çok daha rahat bir zamanda tartışmamız gereken türban konusunu, gündemin birinci maddesi haline getirdik" yakınmasının pek etki yapacağını sanmıyoruz.
Dahası, gündemin türbana kilitlenmesinin yanı sıra, son zamanlarda artan tuhaf çıkışların da, sadece Batı gündeminden değil, Batı değerlerinden, hatta Batı'dan uzaklaşma eğiliminin işaretleri olmasından kaygılanıyoruz.
Yoksa tren biz farkında olmadan makas değiştiriyor?