kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 23 Aralık 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Pazar SABAH 
KAZIM KANAT

Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa!

"Buralardan başımı alıp giderim," demek kolay da... "Bu ülkeden kaçar giderim," demek öyle zor ki! Sevdiklerini, hayallerini, geride bırakıp, arkana bile bakmadan gitmek öyle zor ki.. Hani derler ya; "Başımda kavak yellerinin estiği günler," diye... İşte o günler... Diyorum ki, "Çekip gideyim." Peki ama nereye gideyim? Gittiğim yerde ne yapayım? O zincir vurulmaz çılgın ruhumun sesine kulak verdim, sırt çantamı toparladım. Yanıma bir fotoğraf makinesi, bir de hatıralarımı not edeceğim bir defter kalem aldım. Bir de uyku tulumu... Kapıkule'den çıkarken son 25 kuruşumu tuvaletçiye fırlattığım an öyle rahatladım ki... Oh be... Para yok, ama büyük umutlar var. Kapıkule'den Bulgaristan'a yürüyerek giderken, bir anda birkaç yıl geriye doğru gittim. Anacağımın, babamdan gizli sakladığı üç-beş kuruşu cebime koyup beni İstanbul'a yollarken söyledikleri aklıma geldi: "Oku ve adam ol!" Okudum. Adam da oldum. Ama Türkiye bana yetmiyordu. Dünyayı tanımak istiyordum. Otostopla Münih'e geldiğim gecenin sabahında karnım açtı ve beş kuruş param da yoktu. Parkta güneşlenirken benim gibi dünyaya açılan bir İtalyan, içtiği sütün yarısını verdi. Sonra da çöp kutusundan aldığı bir kartona aynen şunu yazdı: "Üniversite öğrencisiyim. Dünyayı tanımak istiyorum."

MODERN DİLENCİLİK
Sonra da o kartonu önüme koydu. Bir anda lüks lokantada yemek yiyecek parayı bulmuştum bile... Hani bunun adına 'modern dilencilik' diyeceksiniz ya... Yooo!.. Karın doyuracak paradan sonra karton yok. Bunun adı asla dilencilik değil ki... Ayrıca bu yolu ben bulmadım. Gördüm ki tüm gençler, bunu yapıyor. Anlayacağınız, bu masum ve insani bir yardım isteği... Uzun lafın kısası şudur; siz öyle diyorsanız öyle olsun. Ama ben öyle demiyorum ve de düşünmüyorum. O yolculuğun sonunda, Frankfurt'un Marburg kasabasına geldim. Üniversite kenti... Her ülkeden gelen bir gencin oluşturduğu 14 kişilik grup olduk. Gündüzleri ormanda ağaçları işaretliyorum. Hani yollarını kaybeden varsa, kolayca dönüş yolunu bulsunlar, kaybolmasınlar diye... Bazen bir okulun, bazen de yaşlı bir kadının evini badana-boya yapıyorum. Bu yaptığımın hepsi karın tokluğuna... Bir gün kamp lideri Olaf dedi ki; "Her gün bir ülkenin günü olacak!" Herkes bir gün yaptı. Hatta Panama'dan gelen Siyu ve Mohikan soyundan olduğunu söyleyen iki Kızılderili de gün yaptı. (Onlara 'Apaçi' dediğim için bana çok kızdılar, "Apaçiler hırsız, uğursuz kabile," dediler.) Türk günü geldi çattı... Yemekler yenildi, bulaşık yıkama olayını iptal ettim. Soranlara "Aman booş veeer!" dedim. Temizlik de ertesi güne bırakıldı. Akşam herkese şiş kebap yaptım. Her ülkeden gelen gençler, o gün ortak noktada buluştular: Türk günü harika... Çalışmak yok, eğlenmek ve yemek var. Bu hayat bir skandalla noktalandı. Kampın o çirkin görüntülerini yerel gazete muhabiri fotoğraflamış. Yani durum felaket. Kamp lideri Olaf, ertesi gün gazeteyi burnuma dayadı. "Bak," dedi. Baktım... Uyuyan bir kamp ve pislik içindeki görüntüler... Gazete başlığı ise daha çarpıcıydı: "Çocuklarınızı ormandaki gençlik kampına götürmeyin. Kötü şeyler görürler..." Bir gün sonra... Medyanın gücü sayesinde, halkın tepkisi inanılmaz büyüktü. O baskı sonucunda bastırılan, 'özür dileyen' broşürleri arkadaşlarımla şehirde dağıttım. Bir pazar günü de belediye binasının önünde kurulan çadırda, herkesin huzurunda sembolik olarak temizlik yaptım ve bulaşık yıkadım.

ÖZÜR DİLEMEK YETMEZ
Bekliyorum ki gazete beni hoş görsün! Ama nerede... Ertesi gün gazetenin başlığı ömrüm boyunca aklıma kazıldı: "Özür diledi, ama affedilmedi!" O gün çok şeyi anladım. Anladıklarımın en güçlüsü şuydu: Ülkeme dönünce, yere kapanıp toprağı bir değil beş kez öpüp, yüz süreceğim. Öyle de yaptım... Otostopla döndüğüm Kapıkule'de toprağa yüz sürdüm, öptüm ve kokladım. Bunu her dönüşümde yaptım. Hâlâ da yapıyorum ya!... Şunu da anladım; çekip gitmek en kolay yol. Nâzım'ın dediği gibi; "Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..." Hâlâ böyle düşünüyorum, savaşımı en zor koşullarda yapıyorum: Yani ülkemi terk etmeden... Çünkü şunu öğrendim: Ülkeyi terk etmek en kolayı... En affedilmezi... İşte bu yüzdendir ki şu piyanist çocuk Fazıl Say'a olan sevgim de bitti, saygım da... Hele sempatim ise zero negatif! Efendim! Bunca yıl sonra aşk yazarı oldum ya... Bazen diyorum ki: Sen ne anlarsın aşktan sevgiden? Eskiden olduğu gibi git, çarşı pazar yaz. Domates ve patlıcandan söz et. Hatta kahvedeki tavla oyununu, meyhanedeki o tekdüze sohbetleri yaz. Ama bakın hangi noktadayım; aşkı ve kadınları anlama konusunda çok ciddi sorunları olan bu acemi aşk yazarının, yazar ufku Birgül T.'nin yazdığı "Bütün kadınlar cadıdır..." mesajıyla değişik boyut kazandı. Birgül T. sormadı, sorgulamadı, ama ders verdi.

AŞK İTİRAFI SEVİNDİRDİ
Birgül T'nin mesajından sonra bir anda mesaj yağmuruna tutuldum. Öyleyse... Geçen pazardan yarım kalan yazıya devam: Birincisi şu; hani geçen hafta Hülya Avşar'ın benimle tanıştırdığı bayan için, "Ben bu güzel kadına âşıktım," itirafını yapmıştım ya... Sonra hep beraber geçmişi konuşup gülüp eğlenmiştik ya... Selda U.'dan gelen duygu dolu bir mesaj beni de geçmişe götürdü. Diyor ki; "Masalsı ayrıntılarını, yılların sis perdesi arkasında giderek yitiren güzelim bir gençlik rüyasının yeniden görülmesi oldu itirafın... Teşekkürler!" Bu mesajdan şunu öğrendim; gençlik rüyasını yeniden hatırlamanın bu kadar hüzünlü olduğunu bilmezdim. İkincisi ise hani iki kolu omuzlarından olmayan dünyalar güzeli bir kızın montunu dişleriyle giymesini anlatmıştım ya... Sevgilisinin umursamaz ama sevgi dolu bakışlarını anlatmıştım ya... Bu yazıya Cindy 75 rumuzu ile Ebru M.'den ders gibi bir yorum geldi. Diyor ki; "Belki de sevgilisi yardım etseydi, o güzel kız kendine acındığını düşünürdü. Kadınlar böyle bir sevgi istemez. Hassas yürekleri bunu kaldırmaz." Mesaj; Çocukluğumda radyoda Muzaffer Akgün o dokunaklı sesiyle, "Bayram gelmiş neyime... Anam anam garibem," türküsünü söylerdi. Ne anlama gelirdi bilmezdim, ama hüzünlenirdim. Öğrendim ki o türkü ile beni uçuran Muzaffer Akgün Hanımefendi, düşkünler yurdundaymış. Şu hayat ne garip. O türkü, şimdi o türküyü söyleyen Akgün Hanım'ın kaderi olmuş.