kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 17 Aralık 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Cennette cinnet!

Hala oturamadık yerimize.
Yerleşemedik.
Birbirimizi komşu, arkadaş, dost, kardeş edinemedik.
"Dört nala gelip uzak Asya'dan", bir bin yıl sonra dahi, "bir kısrak başı gibi uzanan" bu yurdu, ya kendimize yurt belleyemedik yahut başkasının da yurdu sayamadık.
Ya bizim zindanımızdı ya başkasına zindan ettik.
Yurdundan kaçırılmış, kaçmış da kefenini kuşanıp bile dönememiş Nazım'ı on parmağında on marifetle çalan çocuk da terk etmek istiyor burasını.
Ve hiç anlayamadan onun muhtemel yarasını; Başkaları ona "terktir git" demek için sıralanıyor.
Muhtemelen o çocuk da birçoklarının kaçışını, kaçamadığı için sinip susuşunu, bir köşeye kıvrılışını anlayamamıştı.
Bir başka çocuğun mesela burada okuyamayışını, doyamayışını, aç karnına aşağılanmak yerine azıcık karnını doyurup şöhret olmadığı için savunmasız kaldığı gurbetlerde aşağılanmaya koşuşunu pek kavrayamamıştı.
Burada, bu ülkeyi, bu toprakları kendince, tüm kalbince ama bildiğince sevebilmek çokça haram edildi.
Yasak edildi.
İhanet denildi.
"Emperyalizm gölgesinde milliyetçilik" edenlerce, "emperyalizm filosuna yaltak dindar muhafazakarlık, katliamcılık" edenlerce, "emperyalizm sularında demokratlık, demirkıratlık, martlık, eylüllük, şubatlık" erenlerce, "emperyalizm gladiosunda askerlik, polislik, çetecilik, darbecilik, kışkırtıcılık" edenlerce, "emperyalizm nefesiyle ayaklanma bastıranlarca da ayaklananlarca da" hep birileri gönderilmek, kaçırılmak, vatandaşlıktan atılmak, sürülmek, vatanından kovalanmak istendi.
Bir türlü yerleşemedik.
Komşumuzu komşu, yurttaşımızı yurttaş, bir ötekinin vatan sevgisini vatan sevgisi bilemedik.
Tahammül edemedik.
Ya nefes alamayacağımız kadar dar geldi bu koca ülke, bu yedi renk toprak, bu yedi kat gök, bu üç taraf deniz.
Ya nefes alamayacakları kadar dar ettik başkasına.
Başka toprakları kaybetmenin, başka topraklarda acı çekmenin, başka topraklardan sürülmenin, kaçmanın, oralarda yılmanın, katledilmenin tüm yüküyle buralara varıp soyunu ekip de kök verenler dahi, bu kez bir başkasını buradan sürmeyi, kovmayı, burada ezmeyi marifet bildi.
Ne garip.
Bu hükümet, milyonlarca oy, seçmen, aile arasında çok sayıda dışlanmışı, itilmişi, yurdunda yurttaş bilinmemişi, okula sokulmamışı, işten uzak tutulmuşu, şık mağazadan kovalanmışı, askerde, kamuda, kentte, köyde ezilmişi, inancından, kılığından ötürü düşman, hain sayılmışı da temsil ediyor.
Ne garip.
O mağduriyet, dışlanma, itilme, kovulma, ait saymamaya dair acıları yükleniyor yükleniyor da...
Başkalarının da korkusunun, kaçışının, dışlanmasının, işinde, mahallesinde köşeye sıkışmasının, kalabalıklar içinde yalnızlaşmasının, yabancılaşmasının, yabancı hissettirilmesinin de müsebbibi olmaya koşturabiliyor.
Ne garip.
Şimdi nefessiz kaldığını düşünen cici bici nicemizin de, başka zamanlarda başkalarının alamadığı veya vermek zorunda kaldığı nefeslere dair vicdanı ile isyanı asla olmamıştı.
Şu Anadolu'ya bin yıl, şu İstanbul'a 500 yıl önce ulaşılmasıyla;
Milyonlarcamızın aslında son yüzyılın Balkan, Ege, Trakya, Kafkas, Ortadoğu göçleriyle buraları yeni yurdu bilmesiyle, milyonlarcanın doğduğu yöreyi çoktan terk etmesiyle, binlerce ailenin Avrupa'ya iş ve aşa veya sığınmaya koşmasıyla hala taze bir göç, yerleşme, fetih veya sığınma ile kaynaşma, buyur etme, el isteme ve verme kültürümüz var.
Yani öyle bir şey var mutlaka.
Ve ona inat, hem de nasıl inadına inat, bir anane daha: Bir başkasını yerinden, yurdundan etme. Yahut onun varlığını asla kabul etmeme. Bu toprakları onun da saymama. Tahammül edemediği için kaçırma. Tahammül edemediği için kaçma.
Hep gitmek isteyenler ile hep göndermek isteyenler!
Bir türlü yerleşemedik, ısınamadık, kaynaşamadık.
Öyle kadim bir nefret; şu cennette böyle bir cinnet.