kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 6 Aralık 2007, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Kalem kırıklığı

İçinde yüzlerce çalışanıyla birlikte el konan ve dün satılan bir gazetede bugün başka bir şey yazamazsınız.
Yazarsınız da, tuhaf kaçar.
Yarın ne yazıp yazmayacağınızı, yazıp yazmayacağınızı da iyi düşünmek gerekir.
"Piyasa"da, çalışanların söz hakkına dair bir hukuk yok.
Üyesi olan ve olmayan, katılan ve katılmayan tüm gazetecilerin yıpranma hakkı hükümet tarafından budanmasın diye yürüyen sendika mesela, dün Taksim'de meydanda, caddede vardı ama işyerinde yok.
Dolayısıyla, bu "Piyasa"da satan ve parasını verip alan, satıcı ve müşteri daima haklıdır!
Biz, kimimiz çok uzun, kimimiz daha yolun başında, "başka bulaşık işlerimiz ile bulanmış, çamurlanmış kafamız ile vicdanımız" yoksa, fikir ve beden emeğini, birikmiş deneyim, yetenek, ders, ibret, görgü, bilgi, merak, çaba, eleştiriyi, kimimizde azıcık yorgun, kimimizde coşkulu heyecanları temsil ediyoruz.
Doğru, sermayesiz gazete, TV olmayabilir ama, "gazetecisiz" hiç olmaz.
Olur da, herkesin iyi bilmesi gerektiği üzre, "gazete gibi" olmaz.
Aynı şekilde; dünyada eşi benzeri bulunmadık ölçüde, banka sefalet ve felaketleri yüzünden "devletin el koyduğu" gazete belki olur; "iktidara halatlanmış" bir gazete ve TV de olur ama onun adı da "gazetecilik" olmaz.
Lakin hayat şöyle cereyan ediyor:
Bazen, gazete ve gazetecilik üstüne, gazetecilerin yapabilecekleri, edebilecekleri, diyebilecekleri cılız, sınırlı, sessiz kalabiliyor. Bizzat gönüllü veya mecburi boyun eğişleri dilsiz kılıyor.
Hakikat peşinde dürüstçe koşmayı taahhüt ettiği sanılan gazeteci, kendi hakikati üstüne konuşamaz, koşamaz hale geliyor.
Çünkü, çok güçlü sandığınız nice ünlü de dahil, ama özellikle şöhretsiz binlerce "gazeteci" esasında esastan güçsüz.
Siyasi, bürokratik, askeri, ticari, mali, ekonomik, maddi ve manevi, geleneksel veya çağdaş nice "iktidar" karşısında güçsüz milyonlarca insan gibi.
Ama bizim gibi, özellikle "özgürlük, gerçek, hak, hukuk, dürüstlük, bağımsızlık" vesaire üstüne yazılar yazıp "düşünce ifade edenler" in, istedi mi sesi çıkabilenlerin öyle havaya bakıp ıslık çalma hakkı yok.
Söyleyecek bir şeyiniz, açıklayacak gerekçeniz, devam etme yahut etmemeye dair kararınız ile beyanınız olabilmeli.
Biraz tanımışsanız yazılardan, kendi vicdanımı farkındalık kadar, elimden gelebildiğince gazetedeki diğer çalışanların da farkında olarak, gazetecilik ufku ile gazeteciliğe gölgelerin ayırtına vararak, kısa müddet sonra öyle bir karar ile beyan zorunda hissediyorum kendimi.
Kaldı ki, insanın kendini abartmasına gerek yok; zaten yönetimler de sizle yollarını ayırabilir. Daha doğrusu, otoyolda hızla giderken, bir viyadük üstünde sizi bazen kibarca, bazen hoyratça kenara, aşağıya itebilir.
Gazeteyi alan grubu bugüne kadar "medya aktörü" değil, "ekonomik, ticari, sınai, siyasi, medyatik aktör" olarak izlemiştik.
Gazeteci için en tuhaf kader; araştırma, inceleme, haber, yorum, eleştiri nesnesi olanlar karşısında, onlar "esas özne" oluverirken birdenbire "nesne"ye dönüşebilmektir.
Büyük medyada bu manada artık herkesin tavuğu tavuk, kazı kaz. Ayranlar da aynı.
Bir zamanlar çalıştırdıkları gazetecilerle birlikte "özne" olanlar da onları çoktan ufalayıp nesneleştirdi zaten. Herhangi bir iktidarı eleştirenlerin büyük kısmı, başka bir iktidar veya güce yaslanmadan, yamanmadan, yani nesneleşmeden beceremiyor bunu.
Bugüne kadarkiler gibi, bugün dediğimin de özü buydu:
Nesneleşmeye, tebaalaşmaya hiç itirazımız olmayacaksa, ayrımsız her türlü iktidar ve tahakküm karşısında, hakikat, hak, hakkaniyet uğruna duruşumuz, vuruşumuz, deyişimiz, gerekirse gidişimiz olmayacaksa, aslında bizim söyleyecek pek sözümüz yok demektir!