kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 26 Kasım 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Alevilik ya da aranan kan

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütçesi görüşülürken Bakan Yazıcıoğlu'nun yaptığı açıklama, Alevilik konusunda AKP'nin bir değişim eşiğine geldiğini işaret ediyor. Buraya erişilmesi AKP'deki değişimin olduğu kadar toplumsal düzeyde de yeni bazı zorlamaların ortaya çıktığının açık bir göstergesi olarak alınabilir. Bütün bunların altında bizim üç kavramla, modernite, demokrasi ve laiklikle olan sorunlu ilişkimiz var.
Modern Türkiye 2. Meşrutiyet'e giden yolda ve ondan hemen sonra 1908-1923 arasındaki tartışmalarda biçimlendirildi. Dönemin düşünce zıtlaşmaları içinde galip gelen ve devletin adeta resmi ideologu sıfatını yüklenen Ziya Gökalp yeni bir toplum modeli ortaya koyuyordu. Bu modele göre toplum dayanışmacı olmalı (solidarist), farklılıklar üstünde yükseldiğini reddetmeli ve ondan kaçınmalı (korporatist), kendi içinde ahenkli bir işleyişe sahip, tüm 'birimleri' birbiriyle uyumlu, bütüncül, doğallık içinde olmalıydı (organisist). O kadar ki, iktidar devlete ait olmalı, toplumun devletle hiçbir sorunu bulunmamalıydı. Toplumu meydana getiren birimler devlete tam bir sadakat ve teslimiyet göstermeliydi.

Kimliksiz-farksız toplum
Türkiye'nin 1923'ten sonra geliştirdiği modernleşme, onun içinden çıkan ve onun bir uzantısı, alt başlığı gibi görünen demokrasi de bu anlayışın bir parçasıydı. Yani, bir toplumda demokrasi olabilirdi. Fakat demokrasi farklılıklar içinden değil bütünlükler ve uyumlar içinden türemeliydi. Devlet, demokraside de bir üst kurum veya regülatör işlevi üstlenmeliydi.
1930'larda geliştirilen devlet-resmi ideoloji anlayışı, kim ne derse desin, bu yaklaşımın şahikası olan ve o dönemde tüm Avrupa'yı kasıp kavuran totaliter rejimlerden de ayrıca ilham almıştı. 1946-1950 sonrasındaki demokrasiyse bu genel kabulün sınırlarını aşmadı. 1980 sonrası ise yeniden baştaki anlayışa dönme çabasını askeri araçlarla, yeni bir anayasa ve tüm antidemokratik yollarla denedi.

Ve şimdi...
Böylesi bir toplumsal doku içinde farklılık, nereden gelirse gelsin, kabul edilemezdi. Kimlik temelindeki bir farklılık talebi ise daha baştan bir tehlike işaretiydi. Ne var ki, modernleşme tam da bu demektir. Dünyanın 1960'lardan itibaren tartışmaya başladığı 'atomizasyon' veya 'fragmantasyon' diye adlandırdığı toplumsal ayrışma ile onun modern toplum-demokrasi ikilisi içindeki yerini Türkiye biraz sancılı da olsa yeni yeni kavrıyor. Hal böyle olunca da Kürt-Alevi-Müslüman veya farklı bir kimlik temelinde yeni bir toplumsal oluşum ihtiyacı ağır basıyor.
Laiklik ve İslam, biraz nicel biraz da konjonktürel nedenlerden ötürü, bu farklılaşma talebinin kristalizasyon noktası oldu. Şimdi sırayla diğerleri devreye giriyor. Bu, bendenizin tabiriyle yumuşak ulus devlet sonrası dönemin getirdiği kaçınılmaz bir durumdur ve gelişecektir.
Böyle bir gerçek toplumsal parçalanmaya işaret eder, çoğunun sandığının tersine. Fakat o parçalanmayı daha fazla demokrasi talebi değil daha az demokrasi yaratır. Bu bakımdan Türkiye'nin şimdi 1960 ve 1970'lerde yaptığı hatayı tekrarlamaması, bu talepleri hasır altı etmemesi, onların kendilerini ifade etmesi için gerekli kanalları açması ve daha fazla demokrasiyle yeni bir toplumsal formasyonun oluşumuna olanak sağlaması gerekiyor.
O zaman İslam ve Alevilik laiklik temelinde, Kürtlük ve Türklük demokrasi temelinde fakat toplumsal bir bütünlük içinde buluşabilecektir . O, aranan kanın bulunmasıdır!