kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 24 Kasım 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC

Türkiye'nin yakın tarihi ve kırık hayatlar

ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
Engin Ayça, çok uzun (17 yıllık) bir suskunluktan sonra dönüyor. Bez Bebek ve Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu'nun başarılı yönetmeni, nihayet üçüncü bir filmle karşımızda. Edremitli eczacı Suna ile eşi avukat Erhan'ı tanıyoruz. Suna İstanbullu iyi bir ailenin kızıdır, yurtdışında okumuş, doktora yapmış, ama babası ölünce eczanenin başına geçmek zorunda kalmıştır. Yitik gençlik düşleri, kaybettiği tek çocuğunun acısı, İstanbul ve de Avrupa özlemleri Suna'yı ezik ve üzgün bir kadın figürü haline getirmiş, o sanki tümüyle kaderine boyun eğmiştir. Suna'nın okul arkadaşı Sevgi, 12 Mart 1971 kargaşası içinde okulu yarıda bırakıp kaçak işçi olarak dışarı gitmiş, orda bir Türk'le, bir de Alman'la iki evlilik yapmıştır. Sevgi, Suna'nın fakültedeki büyük aşkı Selim'i de çok iyi hatırlar. Ama işte kader, Selim yıllar sonra birden çıkıp gelmez mi? O Selim ki, o da 12 Mart günlerinde arandığı için kaçmış, tutuklanıp hapse girmiş, sonra izini kaybettirmiştir. O Selim ki Suna'yla evlilik aşamasına gelmişken yok olması, kadının ruhunda tamiri olanaksız bir çöküş yaratmıştır. Oysa o da hep Suna'yı aramış, ona ulaşmak istemiştir. Ama artık o kırık vazo onarılabilir mi? Ayça'nın filmi, Kaz Dağları eteklerinde çekilmiş, kasaba havasını iyi kavramış, pastoral bir estetiği olan, seyri hoş bir film. Taşranın hüzün ve çekiciliğini, o adeta durmuş zamanı, o bitmeyen özlemleri duyurmayı başarıyor. Ve de geri planda ciddi bir Türkiye eleştirisine soyunuyor: Yakın tarihin o bitip tükenmeyen darbeleri, müdahaleleri, o 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül olayları, nasıl hep ezici, hep baskıcı bir toplum yaratmış, kaç kuşağın mutluluğuna mal olmuş... Sormaya, hep sormaya değmez mi? Ama yine de film bir 'deja vu- görülmüşlük' duygusu taşıyor. Duygusal planda, o Necati Cumalı öykülerinin, diyelim ki Mine'nin modernleştirilmiş bir biçimi sanki. Aşırı naif bir yanı, eskimiş sloganları, aşınmış duyarlılıkları barındırıyor. Tipik bir '68 sonrası' filmi: Dünyayı değiştirmek isteyip de başaramayanların bitmeyen yakınması. Bir yanıyla da Antonioni-sonrası bir yerli kadın-erkek sorunları betimlemesi. Tüm oyuncular iyi oynamışlar. Türkan Şoray en çok güldüğü zaman güzel: O sahnelerde yüzü tanrısal bir ışıkla aydınlanıyor. Gülsen Tuncer yine harikalar yaratıyor, emektar Demir Karahan, yepyeni bir yüz olan Erol Mütercimler de iyiler. Benim için kişisel bir sürpriz, annede Şükran Akın'ı bulmak oldu: Yarım yüzyıl önce Küçük Sahne'de, İbsen'in Hedda Gabler'inde "Düşün Hedda düşün," diye çınlayan sesini hala duyduğum Akın... Müzik ise olağanüstü. Suna sanki 70'lerin sinemasına bir dönüş, temsil ettiği nostaljiye biraz fazla teslim olmuş bir film. Ama kendi içinde tutarlı ve de onulmaz bir hüzün, bir kayıp hayatlar duygusu yaratmayı iyi biliyor.

SUNA **
Yönetim ve senaryo:
Engin Ayça Görüntü: Çetin Tunca Müzik: Oğuz Abadan Oyuncular: Türkan Şoray, Gülsen Tuncer, Demir Karahan, Erol Mütercimler, Şükran Akın, Pınar Dikici, Yunus Film yapımı.
Haberin fotoğrafları