kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 22 Kasım 2007, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Kasadaki vicdan

İşsizliğin, çaresizliğin, açlık sınırının "mutlak sefalet"iyle kimi vahşi madenin, kaçak, göçek atölyelerin ömür törpüsü yanında lafı olur mu!
Ama olsun.
"Çağdaş işletme"nin, plazaların, cici ofislerin, temiz pak kıyafetlerin, iletişimbilişim teknolojisinin orta yerinde, "ortalamanın çok üstünde eğitim, bir bulma beceri ve şansı, büyük umutlar" ile gelip de ufalanan binlerce insan da mevcut.
Kendi kendilerini kırbaçlamaya, hedef tutturmak için insanlıktan çıkaran her şeye boyun eğmeye, "iş arkadaşı"nı rakip kabul edip ite kaka geçmeye, bertaraf etmeye, oymaya, oyulmamak için hep uyanık olmaya, fazla ücret talep etmeden aşırı iş yüklenmeye, ücretsiz fazla mesaiye, hep koşmaya, bir an tökezlememeye, tökezlerse düşmeye mahkûmlar.
Bunalıyorlar.
Teknoloji, hizmet açısından sıçramış olsa da, bu tip işyerinin önde geleni banka.
Çünkü "bankacılık", iletişim devrimi ile piyasanın, bina ve insan şıklığı ile agresifliğin simge sentezi. Sadece bu değil.
2001'de "banka arsızlıkları, medya bankaları, spekülatif şımarıklık ve yağmalatan iktidar" yüzünden nicemizin canını yakan krizden sonra, çok şükür, herkes biraz gün yüzü gördü, ama bankalar cenneti gördü.
Kârları coşturan, yabancıları birkaç sene önceki değerlerin kat kat ve kat kat üstünde bedelle banka kapmaya koşturan ve reklam veren sayın bankaları seven medyada hiç tartışılmayan durum.
"2005'te kâr patladı, yabancı bankaların altın yılı oldu... Karlar ikiye katlandı... 2006'da banka kârları yüzde 90 arttı... 2007'nin ilk 9 ayında kârlar coştu, toplam kâr yüzde 88 arttı... Kârını yüzde 718, yüzde 479, yüzde 445 artıran bankalar var."
Bu haberlere rastladınız ama;
Kâr patlaması için patlayan; kan ter, hırs, esaret, bunalım, kendi olmaktan çıkma, kendini kaybetme, arkadaş harcama, düşmemek için (zincirlendiği) koşu bandında sürekli koşma, hedef manyağı olma, hiçbir şeye itiraz edememe, bir üstünün baskısına teslimken bir alttakini ezme, adeta militer bir düzende robotlaşma pahasına "en modern işletmelerin şık köleleri" olarak hırpalanmış, kırbaç izleri kalplerine, beyinlerine kazınmış, birbirlerinin ve kendilerinin işkencecisi, celladı kılınmış insanlara hiç rastlamadınız.
Bize anlatılan hikâyelerin sıradan özneleri, kitleleri, toplumsal acıları hiç olmuyor. Kendilerini, başkasını öldürmedikleri, olağandışı bir şey yapmadıkları sürece.
Patronlar, CEO'lar, yönetmenler, müdürler, komutanlar başımız üstünde; ama yüzbinlerce insan, insan olarak yok.
Çünkü bankadan orduya, medyadan okullara, madenden tersaneye onların insanlıktan çıkarılışlarını tartışmak ateşten gömlek.
Kendi sorunlarını kendi elleriyle gömmeye mahkûm edilmişler. Dillerini yutmaya. Kapının dışına atılmaktansa içerideki her şeye razı olmaya.
Ve aralarında bu insanların dertlerini gazetecilikle dile getirmesi gereken medya grupları da olan banka sahipleri, yabancılara sadece müthiş bankacılık başarılarını, zekalarının eserlerini satmadı.
Onların adeta yağmalanmış emeklerini, kalplerini, beyinlerini, hayatlarını da, iri bir parça koparıp çiğnedikten sonra satıp iyi kazandılar.
Yabancılar paraları bayıldı çünkü, DİSK araştırmasına göre, verdikleri verginin en az beş katını devlete borç verip kazanan, enflasyon düşerken kârı anormal katlanan, müşteriyi önce tavlayan sonra avlayan ve harç, hurç dayatan bankalar ile grev de dahil tüm itiraz, daha iyi çalışma, ücret talep hakları kârlı kasalara kilitli "köleler"i de kapattılar.
Öyle yapmayanı tenzih ederim ama, yalan mı?
Yazılıp konuşulmuyor diye, "en ileri kapitalist sektör"ün "ilkel köleci toplum" hali yalan mı?
Paranın vicdanı var mıdır, bankanın olur mu, "Piyasa"da vicdan bulunur mu? "Bankalar Birliği" bir şey der umarım. Kurum kadar, insan da olan banka yöneticilerinin vicdanı olmalı: Bankada değilse de evde, çocuklarına bakarken mesela. Sanatla, resimle, kitapla, müzeyle, kültürle bu kadar "hümanist" bir ilişki ve ilgileri olduğuna göre.